Yunan değil Türk Bayrağı dalgalanıyordu!

24709_b-5

İlk günden beri gereksiz bulduğum bir polemik bu..

Erdoğan yine naftalinli sandığı açtı, bir fotoğraf çıkardı..

CHP’ye dedi ki;

-Bak, İsmet İnönü’nün elindeki Amerikan Bayrağı.. CHP budur yav..

**

Gerçi, İnönü’nün elinde iki bayrak olduğu, Erdoğan’ın gösterdiği fotoğrafta, Türk bayrağının karartıldığı ortaya çıktı.. Ama dedim ya gereksiz bulurum bu polemiği..

İsmet İnönü benim için “Cumhuriyetin kurucu iradesini” temsil eder.. Dolayısıyla da saygıyı hak eder..

Meseleye böyle bakarım..

**

Bu saygısızlık karşısında şu notu düşmeden de yapamam..

Millî Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri Ümit Yalım bey hatırlattı.. Fotoğrafa bakın lütfen;

İsmet Paşa, dünyaya veda ettiğinde, Türk Adaları’nda, Türk Bayrağı dalgalanıyordu..

Senin iktidarında, 14 yıldır, 14 Türk Adası’nda Yunan Bayrağı dalgalanıyor..

Fark bu kadar açıkken, ‘Bayrak’ mevzuuna girmek nafiledir, nafile..

***

Suud Büyükelçiliği’nden gelen telefon…

2006 yılının sonlarıydı..

Sky Türk televizyonunun Ankara Temsilcisi’ydim..

İlk kitabım “Şeriatın Kestiği Yürek” çıkalı birkaç ay olmuştu..

Kitap, Suudi Arabistan’da yaşayan bir Türk anne ile kızının başına gelenleri anlatıyordu..

Kitabın konusu, mütedeyyin bir Türk kadını Ayşe ile kızı Kübra’nın, Suudi Arabistan’da haksız-hukuksuz bir sürecin sonunda düştükleri cezaevinde tanık olduklarıydı..

Altı aylık bir serüvenin, Ayşe’nin yüreğinde ve inancında yol açtığı sarsıntıları anlatıyordu..

Bir öğle saati, sekreter arkadaşım “Suudi Arabistan Büyükelçiliği’nden arıyorlar” dedi..

Telefonda tok bir ses, aksanlı bir Türkçe ile kendini tanıttı:

-Murat Bey, ben Saudi Arabiya Büyükelçiliği’nden arıyorum..

Geçmiş zaman, ismini hatırlamıyorum ama bir an sessizlikte, hal-hatır sormasını bekledim.. Sormadan konuya girdi:

-Bir kitap yazmışsınız.. Baştan aşağı yalan.. Bu konuyu görüşmek için Büyükelçiliğe bekliyoruz..

“Bismillah” dedim yüksek sesle ve devam ettim:

-Beyefendi ben de iyiyim, siz nasılsınız?

Cevap yok.. Direkt yeni soru:

-Ne zaman gelirsiniz?

Derin bir nefes aldım.. Adam turist değil ama hani turiste saygı-sevgi diye yetiştirilmişiz ya, yabancı diye sözlerime dikkat ettim..

“Beyefendi” dedim, “Ben bu ara yoğunum.. Uygun olduğunuzda sizi bir kahveye beklerim..”

Ne dedi biliyor musunuz?

-Biz gelemeyiz, seni bekliyoruz..

Sen!!!

-Beyefendi anlatamadım galiba.. İşlerim yoğun.. Hem görüşmek isteyen sizsiniz, buyrun gelin..

Adam kurulmuş gibi, “Geleceksin” deyip duruyor ve ekliyor:

-Burası Suudi Arabistan Büyükelçiliği.. Bekliyoruz..

Tabii benim o ana kadar dayanan sigorta attı.. Salıverdim sözleri:

-Bana bak, burası Suudi Arabistan değil.. Müstemleke memleket hiç değil.. Nezaketsizliğine rağmen nezaketle davet ettim, gelmem diyorsun.. Geliyorsan gel, değilse  bak işine..

Ben bunları söylerken, adam Arapça-Türkçe karışık saydırıyor..

Küfür mü ediyor anlamıyorum da.. Her ihtimale karşı ben de birkaç ‘özlü söz’ sıralayıp kapattım telefonu..

Birkaç kez daha aradılar Büyükelçilik’ten.. Çıkmadım telefonlarına..

**

Sonra ne oldu biliyor musunuz?

Şubat 2007’de Başbakan Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyaretine davet edildim..

Şimdi nasıl oluyor bilmiyorum ama bu tür seyahatlerde işlemleri, Başbakanlık yürütürdü..

Evrakımı gönderdim.. Ertesi gün cevap geldi; “Size vize verilmedi..”

Güldüm.. Verseler şaşırırdım..

**

Kitapta anlattığım hukuksuzluklar, haksızlıklar, keyfiyet, döndü dolaştı beni de buldu..

Gerekçe falan yok, adam vizeyi vermiyor.. Canı istemezse vermez zaten..

Ben de pek meraklısı değilim..

Ama Allah sizi inandırsın aklıma o an ne geldi biliyor musunuz, “Hac”..

Abilerde fena kin var.. Hiç denemedim ama, o an dedi ki içimdeki ses, “Hac’ca gitme şansın yok artık.. Kara listeye girdin..”

Vekaleten Hac şartları oluşuyor mu bilmem ama eminim hâlâ kayıtlarında çizilidir adım..

**

Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın başına gelenleri takip ederken, bu hatıra geldi aklıma..

Yazdığım kitap yüzünden, kendi ülkemde atarlı-giderli telefon açıp, “büyükelçiliğe geleceksin” nobranlığını yapanların, tepesi attığında kendi vatandaşına neler yapabileceği konusunda tahminim var..

Bu yüzden bilirim ki;

Kitabımın kahramanı, namazında niyazındaki Ayşe’nin yüreğini inciten “Kafasına göre” İslam anlayışı,

İslam’ın kendi içindeki adaleti bile kula çok gören sınır tanımazlık,

Ecyad Kalesi’ni yıkıp, kutsalımız Kabe’nin çevresine ‘Kupon arazi’ muamelesi yapıp, gökdelenler diktirebilen haysiyetsizlik,

Yapar kardeşim, her şeyi yapar..

Cemal Kaşıkçı’dan hâlâ ümidi olanlara not düşeyim istedim..

***

GÜNÜN SÖZÜ:

Leküm diynüküm ve liye din / Kafirun Suresi 6. Ayet

(Sizin dininiz size, benim dinim banadır..)

Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz. 

Exit mobile version