Kendisini Türkiye’nin en güvenilir kişisi olarak anonslatıp duran Uğur Dündar’ın, Halk TV’yi Yılmaz Özdil’in kitapsal emelleriyle tevhid etmesi, bir cazgır edası ve üslubu ile ekran pohpohçuluğu yapması sinirime dokunuyordu. Bu tür abartma ve kabartmalarla ileri ittirilen kitaplara hep kuşkuyla bakmışımdır. Özdil’in “Mustafa Kemal” kitabına da öyle baktım. Öyle bakmam için maddi nedenler de vardı. Haluk Hepkon, bu kitabı 1,5 milyon adet bastıklarını söylüyordu. Kitap 35 TL. Net 1 milyon satsa, eder 35 milyon, telif %10’dur genellikle, yani Özdil’e düşen 3,5 milyon. Düş stopajını, net 3 milyon. İyi para. Pohpohlar boşuna değil.
Sosyal medyada bunları dillendirdim. Antalya’da oturan bir vatandaştan sert tepki geldi: “Sevdiğim bir yazardın, şimdi anlıyorum ki sığ kafalının tekiymişsin, eline almış hesap makinesi Atatürkçü bir yazarın kazancını hesaplıyorsun. Ayıp, utan utan!” Verdik yanıtını: “Ben hesaptan da iyi anlarım, kitaptan da, sen anlamadığın konulara burnunu sokma.”
Bir başkası ise farklı bir iddia attı ortaya, Yılmaz Özdil, kazancını hayır kurumlarına bağışlayacakmış. Bunu diyenin de acıdım ahmaklığına.
Kitaba gelelim artık değil mi? Okuyup bitirdik bu dipnotsuz, kaynakçasız kitabı. İzinsiz alıntı yapılamaz uyarısı koyacaksın kitabın en başına, ama sen yararlandığın kaynakları koymayacaksın. Hepsi öz malın, bir yerden almamışsın, vahiy gelmiş sanki…
Özdil’e böyle bir vahiy gelmiş, Nahçıvan’la olan sınırımızın Atatürk tarafından ‘bizzat kendi parasıyla’ İran’dan satın alınan topraklardan oluştuğunu yazmıştı Sözcü’de (26 Şubat 2015). Önümüzdeki hafta çıkacak olan “Kemalist Türkçülük” kitabımı yazarken, bu konuyu araştırdım, çünkü ne Atatürk parayla toprak almayı teklif edecek bir insandır, ne de İranlılar parayla toprak satacak kadar düşük insanlardır. Sonunda buldum işin doğrusunu, Bayburt Postası Gazetesindeki köşemde de yazdım. Özdil, bu konuyu kitabına almamış, (demek uyanmış)… Ama ben kitabıma aldım.
Bu kitapta birçok okurun da tepki duyduğu bir konu var, onu da aktarayım. Biri Atatürk’ü doğurmuş, biri Atatürk’ün eşi olmuş, biri de Atatürk’e kendini adamış, temiz bir aşkla onu sevmiş üç zirve kadın… Bunlardan sürekli “Zübeyde, Latife, Fikriye” diye söz ediyor Özdil. Hanım yok, Hanımefendi yok. Yani nezaket yok, incelik yok, saygı yok…
Özdil’in bu kitapta Atatürk‘e bakışı da “pazarlamacı” bir bakış. İlgi çekme, koşullama, yani satış odaklı bir bakış.
Okurken hep düşündüm, bu nasıl bir kitap, kimlere göre bir kitap? İşte yanıtlarım:
Hani eskiden “hafif müzik” derlerdi pop müziğe, bu kitapta da bir “Pop Mustafa Kemal” anlatılmakta.
Peki kime göredir bu kitap? Ciddi tespit ve tahliller yapılan, Kemalizm’in ve Kemalist devrimlerin özünü, aslını öğreten yapıtları sıkıcı bulup okumaktan imtina edenlere göre. Bu gibilere Atatürk‘ün ne zaman sünnet olduğunu, kol düğmelerini, terekesinden çıkan içkilerin dökümünü, elbiselerini, dinlediği müzikleri, nasıl dans edip poker oynadığını vs. anlatıyor.
Bütün bu olumsuzluklara karşın, kitapta önemli bilgiler ve çarpıcı ayrıntılar da var. Bir örnek vereyim; Fikriye Hanım’ın Atatürk‘le hiç fotoğrafının olmadığı gerçeği ile Atatürk‘ün kız kardeşi Makbule Hanım’ın mala, mülke, paraya düşkünlüğünü ben ilk kez bu kitapta gördüm.
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.