Kanımızı donduran ve karartan 15 Temmuz Felaketi’nin 40’ını çıkardığımız bugünlerde bize hayatın içinden geçtiğimiz zifiri zamandan ibaret olmadığını, şafakları hissettirecek mucizeler gerekti. Güneşin ışınlarının harlandığı, eskilerin korpişiren (veya gorapişiren) mevsim dedikleri ağustos ayında, Anadolu coğrafyasını Türk vatanı yapmak için bu millet Malazgirt, Mercidabık, Büyük Taaruz gibi büyük zaferler ve yüzlerce seferde şüheda kanlarıyla karmış. Türkistan’dan Türkiye’ye, Tanrı Dağlarından Alp Dağlarına, İdil’den Nil’e yani bizim tarihte medeniyet kurduğumuz ve bugün de ocakların tüttüğü bu enlem ve boylamlar dünyanın en güzel yerleri değil mi? Genetik olarak dünyadaki meyvelerin kökenin çoğunluğu Türkistan/Turan ova ve yaylaları, çiçekli bitkilerin ve ağaçların ise ağırlıklı kısmının kökeni Kafkasya, Anadolu ve Balkan dağları ve platolarıdır… Dünyada mümkün olan en güzel mevsimler de buralarda yaşanır. Bütün bunlardan dolayı dünyanın her türlü canlı çeşitliliği ve bitkisel zenginliği kuzey ve güney uçlardan bizim bulunduğumuz merkeze doğru artarak çoğalır. Yukarıda kodlarını verdiğimiz ve bizim merkezini vatan/yuva yaptığımız bu muhteşem dünyada İsmet Özel’in dediği gibi “mevsimlerin fenalıkları”ndan mıdır bizim ağustos sancılarımız? Ama 15 Temmuz gecesi içi kemirilmiş ve çökertilmek istenen Türkiye Cumhuriyeti ikinci kez bu sancılara doğuyor. Güzel yurdumuzun dört bir yanında, sokaklarında, kına gecelerinde, her köşesinde saldıran bütün düşmanlara rağmen Türkiye’nin ekonomisi ayakta, kurum ve kuruluşları atakta, millet teyakkuzda… Bir zamanlar liboşların fantezi olarak geveledikleri II. Cumhuriyet asıl şimdi kuruluyor/kurulacak. Cerablus’a giren kahraman Türk Ordusu ile, bu ülkenin kurucu harcı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan (-tekrar CHP’ye ve bütün ülkemize geçmiş olsun-) suikastten başı dik kurtulmasıyla, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün açılmasıyla… Her ve her şekilde saldırdılar. Günümüzde olup bitenler, saldıranlar ve hedefleri açısından 1910-1926 arasında atalarımızın maruz kaldıkları ile 2010-2016 arasında yaşadıklarımız birbirine ne çok benziyor. Her zaman, hem içerden, hem dışardan vuruyorlar… Onlara Türk milleti Yenikapı’da yepyeni bir cevap verdi. Çağın ruhuna uygun olarak, tam bir nano teknolojik bir reaksiyon oldu. Moleküllerine, atomlarına ayrışsın diye ayrışsın, savaşsınlar diye vurdukça halkımızın üzerindeki “ötekililikler” döküldü. Özlerindeki mayalar nihayet birbirine dokundu. Uzak Asya’dan dört nala gelen Yesevi’nin alperenleri, Hünkar Hacıbektaş’ın evlatları, Selahattin Eyyubi’nin torunları, Anadolu’nun bütün çocukları… Şimdi kaynaşıyor, karmaya devam edelim… Bu kavramları ve konuları daha yıllarca ve ayrıntılarıyla yazacağız, şimdilik köprü tablosuyla çerçeveliyorum…
TÜRK MUCİZESİ İŞTE BU: Her yandan saldıran hainlere, üzerimize gelen bütün felaketlere rağmen, YSS köprüsünün ışıkları da Türkiye’nin dostlarının gönüllerine şavk, düşmanlarının mundarlanmış kalplerine şimşek olarak ışıldıyor… Bu eserin ortaya çıkmasında yıllardır her türlü saldırıya milletin reisi olarak direnen ve köprüyü açmadan Yavuz Sultan Selim Han’ın makamından icazet alan vefakâr ve zarif Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, dostları çoğaltıp düşmanları azaltma azmindeki Başbakanız Binali Yıldırım ve köprüyü diken, ter döken bütün emekçilere minnet ve şükranlarımızla… Çok yaşasınlar…
İrfan ÇİFTÇİ 28 Ağu 2016
Bu köşe yazısı Türkiye’nin en genç gazetelerinden Yeni Birlik‘te yazılmıştır. Eğer köşe yazarının yazısıyla ilgili düşüncelerinizi paylaşmak istiyorsanız aşağıdaki yorum kısmından yazabilirsiniz.
Yeni Birlik Gazetesi’ni Gazete Bayilerinden Temin Edebilirsiniz.