Mehmet Kuşcu
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Genel
  4. Tarihsel Köklerden Günümüze Sızan Tehditler

Tarihsel Köklerden Günümüze Sızan Tehditler

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hurufilik mezhebi ya da tarikatı, 14. Yüzyılın başlarında İran’da filizlenen Hurufilik, Fazlullah’ın önderliğinde, kendisini hem İsa hem de Mehdi olarak ilan etmesiyle dikkatleri üzerine çekti. Kısa sürede İslam dünyasında kendine sağlam bir yer edinen bu tarikatın nihai amacı, devletin en mahrem noktalarına sızarak onu tamamen kontrol altına almaktı. Zamanla geniş bir mürit kitlesi edinen tarikat, siyasi iktidarı ele geçirmek için tehlikeli bir yolculuğa çıktı.

Bu durum, dönemin kudretli hükümdarı Timur’un oğlu Miranşah’ın gözünden kaçmadı ve 1394 yılında Hurufilik’e karşı amansız bir mücadele başlattı. Tarikatın lideri Fazlullah yakalandı ve acımasızca cezalandırıldı. Ancak bu olay, Hurufilik inancını kökünden söküp atamadı. Hayatta kalan müritler, Anadolu’ya kaçarak Edirne ve İstanbul gibi önemli şehirlere sığındılar. Burada, zamanla esnaf, asker ve diğer meslek grupları arasında etkili bir nüfuz kazanmaya başladılar. Böylelikle, toplumun çeşitli katmanlarında güçlü bir varlık haline geldiler.

Hurufiliğin etkisi, 15. yüzyılın ortalarında Osmanlı’ya sıçrayan Hurufilik, özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminde büyük bir tehdit olarak algılandı ve hızla harekete geçildi. Birçok mürit tutuklandı, sürgün edildi, ancak bu önlemler de yeterli olmadı.

Hurufiliğin İslam’ın geleneksel öğretilerinden sapmalar içerdiği düşünülerek, dini otoriteler ve Fatih Sultan Mehmet, bu mezhebi bir sapkınlık olarak görüp yayılmasını engellemeye yönelik ciddi adımlar attı. Hurufilik öğretilerini benimseyenler, dönemin en büyük dini liderleri tarafından takibe alındı ve tarihte nadir görülen bir şekilde cezalandırıldı. Böylece Hurufilik tarikatının kökü kazındı. Bu sert tutum, Osmanlı’daki sosyal barışın korunması açısından çok önemli bir adım oldu.

1924’te Mustafa Kemal Atatürk, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurarak, din hizmetlerini siyasetten uzaklaştırmayı ve halkın doğru dini davranışlar sergilemesini amaçladı. Osmanlı’dan miras kalan tarikatlar ve dini yapılar, zaman zaman kendi siyasi çıkarlarını savunmak için halkı kışkırtma amacını güttü ve bu durum, toplumsal karışıklıklara neden oldu. Menemen Olayı ve Şeyh Sait Ayaklanması gibi olaylar, bu tür dini istismarların ne denli tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini gözler önüne serdi. Atatürk, 30 Kasım 1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılmasını sağlayarak, devletin dini siyasete alet etmesine son verdi. Bu karar, toplumda dinin vicdan ve huzur kaynağı olarak kalmasını sağladı, ancak çıkar amaçlı kullanılmasına karşı da net bir duruş sergilendi. Atatürk’ün bu adımları, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarını oluşturdu ve dinin toplumu bölen değil, birleştiren bir unsur olmasını sağladı.

Her şey, 1960’ların o sakin Erzurum’unda, FETÖ’nün etrafına topladığı insanlarla yaptığı samimi dini sohbetlerle başladı. Zamanla bu küçük halka, daha organize bir yapıya, adeta bir cemaate dönüştü. Özellikle gençlerin ve öğrencilerin kalbine dokunan bu hareket, 1980’lerde eğitim alanına yaptığı yatırımlarla hızla büyüdü. Okullar, dershaneler, yurtlar… Binlerce öğrenciye ulaşıldı, onlara “hizmet” idealinden bahsedildi, geleceğin kadroları yetiştirilmeye başlandı.

2000’lere gelindiğinde, FETÖ artık sadece dini bir cemaat olmaktan çok uzaktı. Devletin en kritik kurumlarına sızmış, adeta bir “paralel devlet” yapılanması kurmuştu. Yargı, emniyet, ordu, istihbarat… Her yerde örgüt üyeleri önemli pozisyonlara yerleşmiş, devletin işleyişini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye başlamışlardı. Amaçları, Türkiye’deki mevcut düzeni yıkıp kendi ideolojileri doğrultusunda bir yönetim kurmaktı.

Ve o karanlık gece geldi… 15 Temmuz 2016. FETÖ, hain bir darbe girişiminde bulundu. Asker içindeki örgüt üyeleri, tanklarla sokaklara indi, stratejik noktaları ele geçirmeye çalıştı, Meclis’i bombaladı, masum insanları acımasızca katletti. Ama unuttukları bir şey vardı: Türk halkının sarsılmaz iradesi. Meydanlara inen milyonlarca insan, kadın, erkek, genç, yaşlı demeden vatanını ve demokrasisini savunmak için canını ortaya koydu. Bu kahramanca direniş, darbe girişimini boşa çıkardı.

15 Temmuz, FETÖ için bir dönüm noktası oldu. Darbe girişiminin ardından örgüt, devlet içindeki tüm yapılanmasıyla deşifre edildi. Binlerce örgüt üyesi tutuklandı, yargılandı. Devlet kurumlarından temizlenen FETÖ, Türkiye’deki etkisini büyük ölçüde kaybetti.

FETÖ, dini duyguları sömürerek insanları kandıran, devlete ve millete ihanet eden hain bir terör örgütüdür. 15 Temmuz, Türk halkının demokrasiye ve milli iradeye olan bağlılığını tüm dünyaya gösterdiği tarihi bir zaferdir. Bu zafer, aynı zamanda FETÖ gibi karanlık yapıların asla başarılı olamayacağının da en açık kanıtıdır.

Özetle, tarih boyunca, din kisvesi altında ortaya çıkan ve siyasi emeller güden yapılar, toplumları derinden etkilemiştir. Hurufilik ve FETÖ, bu tür yapıların en çarpıcı örneklerindendir. Her iki hareket de, dini duyguları istismar ederek taraftar toplamış, devletin içine sızarak iktidarı ele geçirmeyi hedeflemiştir.

Her iki olay da, dini istismar eden yapıların ne kadar tehlikeli olabileceğini göstermektedir. Bu tür yapılar, toplumun birlik ve beraberliğini bozarak, devletin temellerini sarsmaya çalışmaktadır. Bu nedenle, devletin ve toplumun bu tür yapılara karşı uyanık olması, demokrasiyi ve milli iradeyi korumak için hayati önem taşımaktadır.

Atatürk’ün tekke ve zaviyeleri kapatma kararı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurması, dinin siyasete alet edilmesini engellemeye yönelik önemli adımlar olmuştur. 15 Temmuz ise, Türk halkının demokrasiye olan bağlılığını tüm dünyaya gösterdiği tarihi bir zaferdir. Bu zafer, aynı zamanda FETÖ gibi karanlık yapıların asla başarılı olamayacağının da en açık kanıtıdır.

Dolaysıyla, tarih bize göstermektedir ki, dini istismar eden ve siyasi emeller güden yapılar, her zaman toplumlar için büyük bir tehdit oluşturmuştur. Ancak, devletin ve halkın kararlı duruşu, bu tür yapıların etkisiz hale getirilmesinde en önemli faktördür.

Atatürk’ün o dönemde attığı devrimci adımlar, bugün bile ne kadar önemli olduğunu göstermeye devam ediyor. Din, hepimizin kalbinde özel bir yere sahip, toplumu birleştiren, bizi birbirimize bağlayan bir değer. Ama ne yazık ki, bazıları bu kutsal değeri kendi çıkarları için kullanmaya çalışıyor, toplumu bölmeye, ayrıştırmaya çalışıyor. İşte Atatürk, tam da bu noktada devreye giriyor. Halkın inançlarına saygı gösterirken, aynı zamanda bu inançları kötüye kullananlara karşı dimdik durarak, Türkiye’nin modernleşme yolculuğunda muazzam bir denge kurmayı başardı.

Bu gibi yapılar, maalesef toplumda büyük bir huzursuzluk yaratabiliyor. Dini öğretileri kendi çıkarları için çarpıtarak, insanları kandırabiliyorlar. Bu yüzden, Atatürk’ün bize bıraktığı en değerli miraslardan biri olan din ve devlet işlerinin ayrılığı ilkesi, Türkiye’nin bugünkü toplumsal yapısını şekillendiren en önemli unsurlardan biri olmaya devam ediyor. Çünkü bu ilke sayesinde, din herkesin vicdanında özgürce yaşanırken, kimse tarafından kötüye kullanılamıyor.

Saygılarımla.

Tarihsel Köklerden Günümüze Sızan Tehditler

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 13 Mart 2025, 20:55

    Sayın Kuşcu
    Toplumda huzursuzluk yaratabilen bu tür yapıların tehlikesine dikkat çekmeniz ve din ve devlet işlerinin ayrılığı ilkesinin önemini vurgulamanız çok anlamlı. Gerçekten de, bu ilke sayesinde ülkemizde dinin vicdan özgürlüğü çerçevesinde yaşanabiliyor ve toplumda barışın sağlanması adına büyük bir katkı sağlanıyor. Yazınız, bu önemli konuyu etkili bir şekilde işleyerek okuyuculara güçlü bir mesaj verdi. Bu değerli katkınız için sizi tebrik ediyorum.

    • 14 Mart 2025, 11:02

      Sayın Okurum,
      Yazımı beğenmeniz beni son derece mutlu etti. İlginiz ve değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
      Saygılarımla.

      Cevapla
Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!