Suudi Veliaht prensin daveti üzerine 3 Şubat’ta Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) ziyaret eden Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Francis ile Ezher Şeyhi arasında imzalanan ve dinler arası diyaloğu amaçlayan belgeyi değerlendirdi.
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, bu tarz girişimlerin yeni bir durum olmadığını, dinler arası diyalog adı altında Vatikan’ın dönem dönem kendisini pazarladığını belirtti.
Vatikan’ın Batı’da gittikçe kaybettiği prestijini Batı dışındaki aktiviteleri ile kazanmak istediğini vurgulayan Prof. Dr. Kurşun, ”Diyalog adı altında bir taraftan reddettikleri, hatta müşrik bildikleri bir dinin mensuplarını yani Müslümanlar’ı etkilerken; diğer taraftaki asıl amaçları Müslümanlar ile içi içe yaşayan Asya Hristiyanlığını etkilemektir.” diye konuştu.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) bu pazarlama için kullanılabilir bir ülke olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Kurşun, dinler arası diyalog ve Papa’nın ziyareti, BAE’nin tolerans yılı, bütün dinlere müsamaha ve benzeri sloganlarla birkaç yıldır sürdürdüğü propagandalar ile uyumluluk gösterdiğini kaydederek, şu değerlendirmede bulundu:
”BAE her ne kadar Müslüman bir ülke olsa da içinde çoğunluğu Katolik olan bir milyondan fazla farklı dinlere mensup bir ülkedir. Kurucuları ve BAE pasaportu taşıyanları yüzde 20’yi aşmayan bir ülke olarak, vatandaşlık hatta pek çok tabii haktan yoksun olarak yaşayan muhtelif din mensuplarının sempatisini kazanmak için buna adeta mecburdur. Dolayısıyla zannedildiğinin aksine bu ziyaret ve diyalog girişimi küresel bir nitelik taşımayan bir propagandadan ibarettir. Papa’nın diyalog arayışları Batı’da yükselen İslamofobia taraftarları arasında hiçbir etki yaratmadığı gibi, BAE’nin de Yemen gibi farklı yerlerde kendi dindaşlarına müsamaha göstermesine de bir katkı sunmayacaktır.”
“Bu imza Mısır halkı için sadece kara mizah”
Ezher Şeyhi’nin Papa Francis ile “insan kardeşliği zaptı”nı imzalamasının Ezher’i bağlamadığını ama Sisi’nin dışarıdaki varlığını meşrulaştırdığını kaydeden Prof. Dr. Kurşun, şu ifadeleri kullandı:
“Her ne kadar Ezher’i temsil etse de gerçekte atılan imza Ezher’i temsil etmekten uzaktır. BAE’nin finansal desteğine ihtiyaç duyan Mısır’ın, BAE’ye verdiği bir destekten başka bir şey değildir. Zira, atılan imzalar ne Hristiyanlarda yükselişe geçen anti-İslam ve antisemitizm söylemlerini engelleyebilecek ne de Mısır’ın korktuğu siyasal İslam söylemine bir çare olacaktır. Her ne kadar, yığınla ekonomik sorunlar ile baş edemeyen Sisi yönetimi için dışarıda meşruiyetini pekiştirme gibi görünse de bu imza Mısır halkı nazarında bir kara mizah olarak görülmektedir. Oldukça zeki ve siyasi mizahta usta olan Mısır halkı, daha şimdiden bu karşılaşma, papa-imam öpüşmesi, kucaklaşması ve imza konusunda onlarca fıkra üretmişlerdir.” şeklinde konuştu.
“Körfez’de bir külah değiştirme oyunu oynanıyor”
Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, “bu gelişmeler, Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Ortadoğu’da başlattığı ılımlı İslam projesinin bir parçası olarak İslam’dan uzaklaştıma çalışması mı” sorusuna, “Ilımlı İslam projesinden ziyade İslamsızlaştırma projesi demek daha doğru olacaktır.” cevabını verdi.
Kurşun, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Bu girişim bir projeden ziyade Avrupa’da sıkışan Papalığın dışa açılımı iken, Orta Doğu geleneklerinden kopan Mısır ve BAE’nin kendisini Orta Doğu dışında pazarlamasıdır. Zira Orta Doğu’da ılımlı İslam diye bir proje yoktur. Bir tarafta samimi Müslümanlar, diğer tarafta İslam kelimesinin önüne, arkasına sıfatlar ekleyerek bölgede karmaşa yaratmak isteyen gruplar vardır. İslami literatürde bunlara ehl-i fesat denir.
Eğer Vatikan gerçek bir diyalog kurmak istiyorsa önce dünyanın çeşitli yerlerinde zulüm, baskı ve şiddete maruz kalan Müslümanların ve diğer inanç mensuplarının problemleri ile ilgilenmelidir. Kudüs meselesinde siyonizme ve Evanjeliklere karşı tavır alamayan bir Vatikan’ın ne Hristiyanlığı temsil etme ne de Müslümanlar ile diyalog geliştirmeye hakkı vardır. Tabiri caiz ise Körfez’de bir külah değiştirme oyunu oynanmaktadır.”
“İnsan kardeşliği zaptı’ FETÖ’nün yeni sürümü”
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özcan Hıdır, Papa’nın ziyareti sırasında Ezher Şeyhi ile imzaladığı “İnsan kardeşliği” (Human Fraternity) adlı belgenin, her ne kadar “insan kardeşliği zaptı” adını alsa da, daha ziyade “Hristiyanlık ve İslam arasında karşılıklı anlaşma, dayanışma ve hoşgörü mutabakatı” yani yeni bir “dinler arası diyalog” belgesi olduğunu söyledi
Papa ve Vatikan’ın, FETÖ ile akamete uğrayan “dinler arası diyalog” projesinin yeni sürümünün piyasaya sürüldüğüne dair bir takım değerlendirmelerin olduğuna dikkati çeken Hıdır, şunları kaydetti:
”Bu meyanda, Papa’nın ziyaretinin Körfez ülkelerinde ‘kilise açılmasını’ kolaylaştırmanın ötesinde teo-politik amaçlara sahip olduğu, BAE’nin başarılı olmuş (yani devletleşmiş) FETÖ benzeri bir proje olarak önümüzdeki süreçte biraz daha öne çıkıp öncü rol oynayacağı, 2017 sonunda Muhammed bin Selman (MBS) tarafından ilan edilen ‘ılımlı İslam’ projesinin somut adımlarla desteklenmiş yeni bir sürümüyle (ılımlı İslam 2.0) karşı karşıya olduğumuz ihtimali de var.
Öte yandan, belgenin adı ‘insan kardeşliği’ olsa da somut anlamda farklı coğrafyalardaki mülteci/göçmen krizlerinin, Akdeniz’de neredeyse göz önünde yaşanan göçmen krizinin, Suriye, Yemen, Arakan ve Filistin’deki insanlık dramının gündeme getirilmemesi özellikle not edilmiştir. Dolayısıyla, ‘insan kardeşliği’ toplantısında ortaya konulan genel sözler, meselenin farkında olan Müslümanlar açısından retorikten öteye geçmeyecektir. Nitekim belgeyi BAE ve Körfez adına imzalayan Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib, bu insani zulüm ve dramlardan söz etmek yerine, BAE’nin ve Papa ziyaretinin “dinler arası diyalog” açısından rolüne vurgu yapmışlardır.”
“Ehlileştirilmiş bir İslam-Müslümanlar hedefleniyor”
Prof. Dr. Hıdır, Papa Francis’in ziyaretinin tam da ABD-İsrail ekseninde Orta Doğu’da yeni bloklaşmanın öne çıktığı, MBS tarafından ‘ılımlı İslam”ın ilan edilip özellikle de dini ve sosyo-kültürel alanda devreye sokulduğu bir zamanda bu ziyaretin BAE’lerinde gerçekleşmesinin arka planında başka bir üst teo-politik projeksiyon olduğu izleniminin yattığını savundu.
Temel iddialarından arınmış, tabir yerinde ise “ehlileştirilmiş bir İslam-Müslümanlar” hedeflendiğinin altını çizen Prof. Dr. Hıdır, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Burada BAE ve Ahmed et-Tayyip ismi ile Mısır’ın öne çıkarılması ise meselenin önemli bir yönüdür. Öyle görünüyor ki, Cemal Kaşıkcı olayı sonrasında imajı iyice bozulan MBS ve Suudi Arabistan burada doğrudan öne çıkmamış, bu rolü, perde gerisinde bu çalışmaların hep içinde olan BAE’leri ve 2014’te kurdukları “Müslüman Hukema Konseyi’ üstlenmiştir. Ancak İslâm dünyasındaki mihver ülkelerden olan Suudi Arabistan da bunun arkasındadır. Bu demektir ki, BAE başarılı olmuş (devletleşmiş) FETÖ benzeri bir proje olarak önümüzdeki süreçte biraz daha öne çıkıp öncü rol oynayacaktır. Burada Suudi Arabistan ile BAE arasında rol paylaşımı söz konusudur.”
Mısır ve Ezher Şeyhi’nin seçilmesinin temel nedeninin imzalanan belgeye ve toplantıya Müslümanlar nezdinde dini otorite kazandırma amacı taşıdığına vurgu yapan Prof. Dr. Hıdır, şunları anlattı:
”Ezher, otorite-saygınlık kaybına uğrasa da hala dünya Müslümanları arasında ve Batı’da belli oranda dini bir otoriteye sahiptir. Kaldı ki Mısır da İslam dünyasının tarihi derinliği ve entelektüel kapasitesi olan mihver ülkelerinden biridir. Zaten Papa-Vatikan da bu anlamda Ezher Şeyhi’ni muhatap alıyor. Zira Papa’nın, 2017’de Mısır’a ‘dinler arası diyalog’ temalı bir ziyaret yaptığı da biliniyor. Öyle görülüyor ki Ezher’in bu dini rolü, bundan sonra daha ziyade BAE’ne taşınacaktır.
Bütün bu açılardan bakıldığında ‘dinler arası diyalog’, ‘ılımlı İslam’ veyahut da ‘İslam’ın protestanlaştırılması’ projesinin yeni versiyonu, Mısır adına Ezher Şeyhi’nin “dini-teolojik” otoritesi, BAE adına MBS’nin görünürde-perde önünde, Suudi Arabistan ve MBS’nin de perde gerisindeki “teo-politik” rolleriyle yürütülüp şekil alacak gibi duruyor. İroniktir ki, Papa-Vatikan, aslında 1517’de Martin Luther tarafından kurulan Protestanlığın en önemli düşmanıdır. Papa-Vatikan da Protestanlığı aslında ‘mürted-dinden çıkmışlar’olarak görür. Bununla birlikte İslam-Müslümanların ılımlaştırılıp protestanlaştırılması rolünü de Batı adına Papa üstlenmektedir. Tabii, Protestan tandanslı Anglikan Kilisesi, Dünya Kiliseler Birliği gibi kurumlar da burada rol alıyorlar.”
“Dinler arası diyalog yeni bir küresel proje”
Prof. Dr. Hıdır, imzalanan belgenin yeni bir Vatikan projesi olmaktan ziyade yeni bir küresel proje olduğunu belirterek, Papa ve Vatikan’ın, İslam ve Müslümanlarla ilgili bu tür önemli rollerde küresel oyun kuruculardan bağımsız hareket etmesinin zor olduğunu dile getirerek şöyle devam etti:
”Hatta bu küresel oyun kurucuların önemli bir enstrümanıdır, bile denebilir. Hali hazırdaki Papa Francis’in bir Cizvit olduğu malum. Cizvitler, Katolikler içinde marjinal bir mezhep-gruptur. Hatta tarihte Protestanlık ve Katoliklik arsında bir ara mezhep olarak muamele bile görmüşlerdir. Bununla birlikte ezoterik-batını yönleri ve eğitime dair çalışmaları ile 15 Temmuz sonrasında Cizvitlerin FETÖ ile benzerliğine dair yorumlar da yapılmıştı. Peki, böyle bir mezhebe sahip birinin Papa seçilmesi küresel güçlerin yardımı olmadan olabilir mi?
Ben olamaz diyorum ve Papa’nın küresel güçlerin temel çerçevesinin dışında hareket edemeyeceğini düşünüyorum. Tabi bu Papa’nın zaman zaman yaptığı insani kriz ve problemlere yönelik çıkışları, Avrupa ve Batı’daki teolojik ve ahlaki problemlere dair eleştirel açıklamalarının farkında olarak söylüyorum. Hatta BAE ziyaretinde de Yemen, Suriye başta olmak üzere İslam dünyasında dökülen kanların durdurulmasına yönelik en önemli mesajı da Papa vermiştir. Bu önemli olsa da, kanımca bir perdelemeden ibarettir.”
“Hıristiyan yayılmacılığına karşı Müslümanların direncini zayıflatma”
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Hikmet Eroğlu, Papa’nın BAE ziyareti ve bir aynı yönetmesinin gerek hem Müslüman hem de Katolik dünyada ciddi bir merak konusu olduğunu söyledi.
Papa’nın daha önce Mısır’ı ziyaret ettiğini, Mart ayında ise Fas’a bir ziyaret gerçekleştirmeyi planladığını hatırlatan Prof. Dr. Eroğlu, şöyle konuştu:
”Papa’nın dinler arası diyalog kapsamında Müslüman dünyaya gerçekleştirdiği ziyaretler, genel olarak Batı dünyasının Müslüman ülkelerdeki politika ve stratejilerine paralel olarak yürütülmektedir. Zaten diyalog konsepti Batı dünyasının diğer din mensupları üzerinde nüfuz kurma, Hristiyan yayılmacılığına karşı Müslümanların direncini zayıflatma temeli üzerine oluşturulmuştur. Batı’nın Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün ve Kuzey Afrika ülkeleri yönetimleri üzerinde oluşturduğu nüfuzuna tabandan gelebilecek direnişleri kırmak için dinler arası diyalog uygun bir zemin oluşturmaktadır. Papa’nın Müslüman dünyaya yaptığı ziyaretler onun Müslümanlar arasında popülaritesini arttırmakta, medya vasıtasıyla sempati oluşturulmaktadır.”
Son zamanlarda ABD ile Suudi Arabistan, Mısır ve BAE yöneticilerinin çok sıkı işbirliği içine girmelerinin halk tabanında ciddi bir rahatsızlığa neden olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Eroğlu, Filistin’deki Müslümanların durumu ortadayken bu ülkelerin İsrail yöneticileriyle aynı safta olmalarının, bölgede bir direniş ihtimalini doğuracağına dikkat çekti.
“Batı medyası algı yapıyor: ‘Müslümanlar fevc fevc Hristiyanlığa giriyor”
Papa ve Ezher Şeyhi’nin ortak hareket etmesinin halk arasında dini anlamda bir sempati meydana getirmeye yönelik olduğunu söyleyen Prof. Dr. Eroğlu, sözlerini şöyle tamamladı:
”Batılıların gözünde Sünni Müslümanların en yüksek dini otoritesi konumunda bulunan Ezher Şeyhi’nin ortak bir bildiriye imza atması halkın direnişini törpüleme konusunda önemli etkisi olacaktır. Batı dünyasının Müslümanları manipüle etme konusunda birbirinin karşıtı olan iki yönteme başvurduğu gözlenmektedir. Bunlardan birisi DEAŞ benzeri radikal örgütlerle mücadele çerçevesinde genel bir baskılama yöntemidir. Bu çerçevede radikal unsurlar el altından desteklenerek bunların eylem ve söylemleri İslam’a mal edilmektedir.
İkincisi de İslam dünyasında dinler arası diyalog adı altında Hristiyanlık propagandası yapmaktır. Böylelikle Müslümanlar kendi dinlerinin ilahiyat açısından Hristiyanlığa getirdiği eleştirileri telaffuz etme konusunda pasif hale getirmektir. Sonuç olarak Papa’nın BAE’ya yaptığı ziyaret Batı ülkelerinin yeni Orta Doğu stratejisinin bir parçasını oluşturmaktadır.
Papa’nın bu türden misyon faaliyetleri muhafazakar Katolikler tarafından Müslümanlığa meşruiyet kazandırdığı gerekçesiyle eleştirilmektedir. Ancak bunların eleştirileri çok zayıf kalmakta ve kabul görmemektedir. Dinler arası diyalog Katolik Kilisesinin yeni dünya düzenine uygun olarak Kiliseyi güncellemesinin bir sonucudur. Nitekim bu çizgiden ayrılanlar Papa seçilememekte, seçilse bile Papa olarak kalamamaktadır. Ayrıca bu ziyaretler Batı medyası tarafından Müslümanların fevc fevc Hristiyanlığa girdikleri şeklinde empoze edilmektedir.”