Uzaylılar İstanbul’u işgale geliyor

Uzaylılar İstanbul'u işgale geliyor

Yazarlar, 21’inci yüzyılın son yılında toplumsal, mimari, teknolojik, hatta bazen coğrafi açıdan farklı İstanbul’u 16 ayrı öyküde anlattı. ‘İstanbul 2099’da toplanan o hikayeler arasında şehir uzay istilasına da uğruyor, insanlar devasa gökdelenlere de hapsoluyor, radyoaktif sızıntı sonrası endüstri-öncesi bir hayat da sürülüyor…

Yıl 2099, yer İstanbul… İstanbul’un 100 yıl sonrasını tasvir eden 16 distopik öykü, Aslı Tohumcu ile Kutlukhan Kutlu’nun derlemesi olan ‘İstanbul 2099’da yer alıyor. Aslı Perker’den Tayfun Pirselimoğlu’na, Hakan Bıçakcı’dan Murat Uyurkulak’a, Cem Akaş’tan Elif Türkölmez’e kadar pek çok yazarın kaleme aldığı bu öykülerde yazarlar 21’inci yüzyılın sonundaki İstanbul’u hayalleri ve öngörüleriyle şekilendirmiş. İşte onlardan  

Aslı Perker‘in ‘Günübirlikçiler’ öyküsü, yaşanmaz hale gelen dünyadan başka bir gezegene göç eden bir ailenin çocuğunun dünya gezegenine ilk ziyaretini anlatıyor. Söz konusu turistik gezinin mekanıysa yakıcı güneş altında 65 derece sıcaklıkta kavrulan bir İstanbul. Boğaz ve tüm denizin kurumuş halde olduğu bu İstanbul’da hâlâ yaşayabilenlerin hayatına ise açlık, yoksulluk ve kanunsuzluk hâkim. 

Tayfun Pirselimoğlu‘nun ‘İstanbul’un Düştüğü Gün’ öyküsü, çok çok uzun süredir ülkeyi demir yumrukla yöneten bir başkanın hâkim olduğu bir distopya. Hikayenin kahramanı, işgale uğramış Galata Kulesi’nin en üstünde kapattığı bir odada yaşıyor. Bir gün başkanın berberi olmakla görevlendiriliyor ve saray vazifesi gören yüksek bir binaya gidiyor. 

Barış Müstecaplıoğlu’nun ‘Yabancı’ öyküsünde 2099 yılının İstanbul’u, uzaylı istilası altında. İnsanlar ellerinde kalan savaş araçlarıyla direnmeye çalışıyorlarsa da uzaylıların teknolojik gücüne rakip olamıyor. Hikâyenin kahramanı Recep ise sahip çıktığı Ali adındaki küçük çocukla birlikte Beşiktaş’ta, hayatta kalmış tüm insanlar gibi uzaylıların araçlarına görünmeden, gizlenip saklanarak hayatını sürdürmeye çalışıyor. 

Deniz Tarsus’un ‘Galip’e Feza’ öyküsünde geleceğin İstanbul’u, binaların ve sokakların devasa labirentler oluşturarak gökyüzünün görüntüsünü tamamen kapadığı, apartman bloklarından ibaret bir şehir. Hikayenin kahramanları ise Galip ve Esrar isimli iki çocuk. 

Engin Türkgeldi’nin ‘Sûr’ öyküsünde geleceğin İstanbul’u, büyük bir deprem sonucu yerle yeksan olmuş durumda. Hikayenin kahramanları ise farklı farklı fraksiyonların güç sahibi olduğu 2099 sur içi İstanbul’unu boydan boya geçip para edecek veya takas edilebilecek bir şeyler arayarak, ama denizi hiç görmeden, sadece sesini ve kokusunu duyarak yaşamaya çalışıyor.  

Afşin Kum’un ‘Ekmek Parası’ öyküsü Beşiktaş’ta bir lokantada buluşan bir babayla oğulun öyküsünü anlatıyor. Öyküde resmedilen 2099 İstanbul’unda makineler artık hayattaki tüm önemli işleri üstlenmiş durumda, hatta kafelerle insanları bile yapay insanlar karşılıyor.  

Sabri Gürses’in ‘Bergamavi’ öyküsünde camilerin ortadan kaldırıldığı ve Kur’an’ın yerini yeni resmi ve ortak dil olan İngilizce’de yazılmış ‘The Qoran’ın aldığı bir 2099 İstanbul’u var… Öyküdeki karakterler suyun altında Ortaköy Camii’nin kalıntılarını bulduktan sonra, gizlice oraya namaz kılmaya gitmeye başlıyorlar. 

Doğu Yücel’in ‘İstanbullu’sunda 2099 İstanbul’u, yıkıcı bir Doğu-Batı Savaşı’ndan sonra bir tür tampon bölge, bir duvar işlevi görmek üzere tamamen boşaltılmış durumda. Kahramanımız sadece makinelerin göz kulak olduğu farz edilen bu İstanbul’da gizlice yaşamaya devam ediyor. Ancak bir sabah Doğu-Batı barışının mimarlarından Alek Kum’un öldürülmüş olduğu haberiyle uyanınca, tutkuyla sevdiği bu şehirdeki saklı ve ayrıcalıklı hayatının sonunun yaklaştığını anlıyor. 

Cem Akaş’ın ‘Uzun Siyah Tül’ adlı öyküsünde bir kadının İstanbul İmamı olduğu bir 2099 İstanbul’unda, öykünün anlatıcısının beyin elektriğinin tık diye kesilmesi suretiyle idam edilip Zincirlikuyu altındaki mezar kente gömülüşü anlatılıyor. 

Gülayşe Koçak’ın ‘İstanbistan’ın İllegal Koroları’ öyküsünde, bağımsızlığını ilan ederek adını değiştirmiş, ırkçı ve katı bir rejimle yönetilen bir İstanbul’da hassas bir ana-kız ilişkisinin dünü ve bugünü anlatılıyor. Bu geleceğin İstanbul’unda rejimin onaylamadığı her tür düşünceyle birlikte müzik de tamamen zapturapt altına alınmış durumda ve İstanbistan sakinleri susuz ve şarkısız büyüyüp sesleri çatlak, tenleri kuru, kalpleri neşesiz, birbirinin gözüne bakmayan insanlara dönüşmüş durumda.  

Murat Uyurkulak’ın ‘Gündem Toplantısı’ öyküsü, çok katı bir sansür ve medya kontrolünün olduğu bir 2099 İstanbul’unda yayımlanmaya devam eden bir gazetenin gündem toplantısında geçiyor. Ancak ister istemez hayli zorlu geçecek bir toplantı bu çünkü karakterler, özellikle de tamamen kurumuş kültür alanında aktarılacak haber bulmakta zorlanıyor. 

Elif Türkölmez’in ‘Nora’nın Yosunları’ öyküsünün kahramanı, çocukluğu İstanbul’da Kınalıada’da geçmiş ama şimdi Paris’te yaşayan, denize tutkun yaşlı bir kadın. Ancak dünyada denizler artık son derece kirli ve hastalık saçıyor, etrafları da tellerle çevrilmiş durumda. Madam Fraya’nın Paris’teki evine, İstanbul’u sanal bir şekilde ziyaret etmesini mümkün kılan bir bağlantı aygıtı getirilmesiyle, öykünün kahramanı imha edilmek üzere Kınalıada’yı ve eski akrabalarını son bir kez görme fırsatı yakalıyor. 

Mehmet Berk Yaltırık’ın ‘Bozkıresk’te İstanbul, depremler ve radyoaktif sızıntılar sebebiyle bir felaket sonrası coğrafyaya dönmüş durumda ve sur içinde endüstri-öncesi bir hayat yaşanıyor.  

Hakan Bıçakcı’nın ‘Cesur Yeni İstanbul’da bugün bildiğimiz İstanbul ancak özel aygıtlarla bağlanılıp ziyaret edilebilen bir simülasyon haline gelmiş durumda. 2099’un gerçek, fiziksel İstanbul’u ise insanlara dışarı çıkmanın büyük ölçüde yasak olduğu, akıllı tankların kol gezdiği, ıssız bir totaliter kabustan ibaret. 

 

Exit mobile version