Azîz gönüldaşlarım, nihayet temennilerimiz, ümitlerimiz gerçek oldu. Türk milliyetçileri buluştular, Ülkücü Hareket’in mensupları fitnenin, fesadın “benliğin” tesirinden sıyrılıp nihayet bir araya geldiler, aynı saflarda birleşip omuz omuza verdiler!.. Aksakallar, eski ve yeni gençlik önderleri, şehit anaları, şehit evlatları, gâzîler, taş medrese mezunları, şehitlerimizin adını şerefle taşıyan evlatlarımız…
İşte bu ümit nesilden biri… Elazîz’deki ilk şehidimizin, Mustafa Melih Kunter’in o ebediyen yaşayacak olan adı, doğduğu gün kulağına “Ezan-ı Muhammedî” ile okunan Mustafa Melih Namlıoğlu benim yanı başımda…
Çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın benden daha “çalışkan” olan kopyası olan yeğenim Melih Kabaklı ve onun gibi Elaziz’de yaşayan ve aynı adı taşıyan yüzlerce genç ülkücü, milletimin bu ümit filizleri de biliyorum ki gönülleriyle, ruhlarıyla olduğu gibi bedenen de bizimle aynı safta, omuz omuza durmak istediler ama mümkün olmadı…
Elbette bu omuz omuza, gönül gönüle vermiş, büyük bir imanla aynı kıbleye yönelmiş onbinler, o yüzlercenin, binlercenin, onbinlercenin, yüzbinlercenin, milyonlarcanın da temsilcisi…
’Vefa sancağı’ altında birlik!..
Rahmetli Başbuğum’un elinden aldığı “şükran belgesi” ni, Elaziz’deki ata ocağımızda mütevazı oturma odasının duvarında şerefle muhafaza eden; Türk Milliyetçilerinin birleşmeleri ve Müslüman Türk Milleti’ni maddeten ve manen yükseltip yüceltmek üzre hizmet vermeleri için beş vakit namazında Cenab-ı Hakk’a niyazda bulunan “er babam” , 81 yaşındaki Ömer Kabaklı, keşke yanımda olsaydı da bu harikulâde birliği görebilseydi!..
Güzel vatanımızın bölünmezliği, ebed müddet devletimizin bekası ve Müslüman Türk Milleti’nin birliği – beraberliği, huzur ve refah içinde hür ve haysiyetli yaşaması uğruna her biri “zor günlerimizde gerekli tuğ gibi beş bin can” veren; çileyi, cefayı ideallerine katık ederek sineye çeken; ancak ne yazıktır ki fitne ve fesat ile ayrı düşürülen, çektikleri çilelerle birlikte azimleri ve ümitleri de “benlik” kavgasına – koltuk “sevdasına” kurban edilmeye çalışılan ama tükenmeyen bir hareket!..
Bir mübârek sevda, bir kutlu dâvâ!..
Baş konulan yolun adı Türk İslâm Ülküsü!..
İşte ruhlarıyla, bedenleriyle birleşebilenler… İşte Kur’an’ı rehber eylerek Turan’a yürüyen Ülkücüler!..
İşte bu dâvânın mensupları, tükenmediklerini, tükenmeyeceklerini, “harabî veya harabatî” olmadıklarını, “Kökü mâzîde birer âtî” olduklarını “vefa sancağı” altında birleşerek gösterdiler!.. Hem de bu “vefa sancağı” nı, İstanbul’u fethetmekle müjdelenmiş, 21 yaşında gerçekleştirdiği bu büyük fetihle Ortaçağ’ın karanlıklarına son vermiş olan ulu atamız Fatih Sultan Mehmet Han’ın huzurunda açtılar ve ecdâda layık torunlar olduklarını dosta düşmana ispat ettiler!..
Birleşmenin önderi Mehmet Gül!..
“Adı güzel Muhammed’e salavat!..”
İki Cihan Güneşi Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)… Peygamber Efendimiz’in remzi “gül” …
Bizim kuşağın yiğit Ülkücü Gençlik önderi… Atası adını Peygamberimiz’e hürmeten “Mehmet” koymuş… Daha yavruyken kınalamış, vatan ve millet hizmetine adamış Bozok Yaylası’nın bu yiğit Bozkurt’unu… Soyadı ile de Peygamber remzine çekmiş bu doğuştan “gül” ile “sürmeli” …
İşte hayattayken, hayatının en verimli çağındayken çok ama çok isteyip de yapamadığını, musalla taşına yattığında yaptı Mehmet Gül!.. Türk Milliyetçileri’ni “örtülüp tahtalandıktan sonra” tabutu arkasında birleştirdi, omuz omuza saf tutturdu… Mehmet Gül, o şair ruhuyla, tabutu arkasında saf saf dizilen Ülkücü Hareket’in bütün genel başkanlarına, Devlet Bahçeli, Muhsin Yazıcıoğlu, Oktay Öztürk beylere, bilerek ve bilmeyerek fitneye ateş taşıyanlara, ayrılık başı çekenlere, ayrılığı – gayrılığı gidermek üzere kıl bile kıpırdatmayanlara, ayrı ocaklara da düşseler gönülleri ayrılık acısıyla, birlik ve hizmet sancısıyla çarpan onbinlerce ülküdaşına, dâvâ arkadaşına bakıp ne demiştir acaba?.. İnanınız ki “Niçin daha önce birleşmediniz. Aynı safta birleşmeniz için ille de ölmem mi gerekliydi” diye sitemlenmesine rağmen sevinmiştir…
Şairler Sultanı Bâkî’nin o muhteşem, o sitem fısıldayan beyti, dün Fatih Camiî’nde, sanki gönül kıblemde, gözümün önünde yazılı duruyordu:
“Kadrüni seng-i musallâda bilüp ey Bâkî
Durub el bağlayalar karşuna yârân saf saf”
’Gül Mehmet’e rahmet…
Fatih Camii’nden, Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri’nin huzurundan, o müthiş, o “gül gönüllü” müthiş kalabalığın arasından ayrılırken, yanımda yürüyen “Allah’ın rızasına adanmış neslin önder ağabeylerinden” Fethi Namlıoğlu; Nam-ı diğer “Kayıp Süvari” , yüksek sesle “amin” dediğim şu niyazda bulunuyordu:
“Türk Milliyetçileri sadece tabut arkasında değil, vatana, millete, din ve devlete hizmet için bir olsunlar, diri olsunlar, iri olsunlar ve bu yolda muzaffer olsunlar. O gün çabuk gelsin, biz görmesek de olur. Cenab-ı Hakk bu uğurda bizim canımızı da alsın!..”
Pazar günü Mehmet Gül’ün tabutu ardında; “Allah rızası için namaza, Peygamber Efendimiz için salâvâta, meyyit için dûaya” diyerek; “Er Kişi niyetine” tekbir alan ahde vefa sahibi onbinlerin her birini, teker teker “gül gönüllerinden öpüyor, çok istedikleri halde oraya gelemeyen bütün ülküdaşlarıma da; Gönlünüzle, ruhunuzla vekâlet verdiğiniz vazife, hakkıyla yerine getirilmiştir” diyorum.
Allah (cc) tükenmez hazinesinden sonsuz rahmet bahşederek “Gül Mehmet” i cennetine göndersin… “Gül Mehmet” , inşaallah kanlarıyla destan yazan ama destanları çokça yazılmayan Çanakkale Şehitlerimizle beraber, bütün şehitlerimizin, gâzilerimizin ve millet hizmetkârlarının kervanına katılarak, Hazreti Peygamberimiz’e komşu olsun…
Tekraren çilekeş hanımefendisine, evlatlarına, ailesine, binlerce başsağlığı dileklerini bizzat alıp kabul ettiğim ülküdaşlarıma ve Müslüman Türk Milleti’ne “başımız sağolsun” diyerek, sabr-ı cemil niyaz ediyorum.
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.