Kapitalist emperyalist sistemde seçimler ve sandık, ancak sistemin istikrar dönemlerindeki gözde kurumudur. Ya da bir hesaplaşma döneminden çıkışta, yeni bir istikrar dönemini kurmak hedefinin bir aracıdır.
Seçim kampanyası dönemleri de, sistem güçleri ve partileri arasında barışçı bir yarışın olduğunu sergilemek, topluma da bu yarışın sonuçlarını gönül rızasıyla kabullenmesi gerektiğini göstermek üzere değerlendirilir. Bütün imkânlar seferber edilir, özellikle medya tam denetim altında göreve koşulur. Sahne ışıkları, anket kuruluşları, vb. tam kapasite 7/24 çalıştırılır. Dikkatler yarışa, yarışın parlatılan aktörlerine döndürülür. Onların ağızlarından dökülecek her söz tantanayla yayılır. Devletin hazinesi ve devlet kurumlarının kasaları kullanılır. Vurgun ve diğer mafyatik yöntemlerle doldurulan kirli ve kara para kasaları açılır, olağan ötesi büyük meblağlar cömertçe ortalığa dökülür. Her türlü maddi ve manevi imkân değerlendirilir. Bu şekilde “kazanacak atlar” seçmene sunulur.
Toplum, sözüm ona renkli bir yarışın heyecanına kaptırılır. Aslında yarışan partilerin programları temelde aynıdır. Birbirlerinden bir farkları yoktur. Kitlelere de bunlardan birini seçmek düşer.
Öte yandan sistem karşıtı bir gücün bu yarışta öne çıkmasını engellemek üzere gerekli önlemler de fazlasıyla alınır! Medya bu güçlere bütünüyle kapatılır. Katı bir sansür uygulanır. Yetmez, basın yayın organları ve sosyal medya devrimci partiye karşı psikolojik savaşta kullanılır. Halkla öncüsü arasında kuşku ve güvensizlik duvarları örülür. Sonuçta seçim dönemiyle sınırlı bile kalsa, halk öncüsüz ve seçeneksiz bırakılmış olur. Yaratılan bu anafora sıradan olanaklarla karşı koymak, verili koşullarda olanaksız gibidir.
Bu koşullar altında yapılan seçimin ortaya çıkardığı sonuçlar da, çok doğal ve olağan bir tablo (!) olarak sunulur. Kazanacak atlardan biri kazanmıştır, Öncü parti bastırılmıştır! Herkes de bunu kabullenmek zorundadır! Kamuoyu, ve hatta bir kısım parti üyesi ve taraftarı bile bu tabloya inandırılır. Seçimin sonuçları yeni ve taze bir malzeme olarak da, topluma ve partiye karşı psikolojik savaşta tepe tepe kullanılır! Çark böyle döndürülüyor.
BARAJ ENGELİ VE İTTİFAKSIZ BIRAKMA
Öncü partinin önünü kesmek üzere daha yıllar önceden getirilmiş olan yüzde 10’luk rekor seçim barajı üzerinde özel olarak durmakta yarar var.
1965 Seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi (TİP), yüzde 2.8 gibi nispeten düşük bir oyla Mecliste grup kurmuştu. TİP bu suretle öne çıktı, beklenmedik bir şekilde siyasal gündemi belirleyen güç merkezi haline geldi. TİP özellikle ABD emperyalizminin Türkiye üzerindeki hegemonyasını teşhirde etkili oldu. Gençliği, aydınları ve emekçileri bir özne olarak tarih sahnesine çekti.
Sistem bu deneyden büyük bir ders çıkardı. 12 Mart dönemini de fırsat bilerek el birliğiyle dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan yüzde 10 seçim barajını getirdi. Böylece düzene seçenek olma potansiyeli taşıyan parti veya partiler daha baştan yarış dışına itildi. Yüzde 10 seçim barajının haksız ve adaletsizliği üzerinde yıllar boyu duruldu. Görünüşte herkes de bunu kabu ediyordu. Ama bir türlü de kaldırmaya, hatta oranı indirmeye yanaşmadılar. Demek ki bunda bir sihir vardı.
Ne zaman ki düzenin krizi kendini iyice hissettirdi, ülke yönetilemez hale gelmeye başladı ve düzenin tahkimatı ihtiyacı doğdu, bu kez 24 Haziran 2018 seçimlerinde seçim barajı olayı sistem partilerini bir araya toplamakta kullanıldı. “Bakın barajı artık fiilen kaldırıyoruz” diyerek, bir seçim ittifakı yasası çıkartıldı. Partiler arasında seçim ittifakı yapmak yasallaştı. Sisitemin “büyük” partileri, yedekte tutulan “küçük partileri” kollarından tuttular ve Meclis’e soktular. “Cumhur İttifakı” adı altında MHP, AKP’ye tutundu, “Millet İttifakı” adıyla da İyi Parti ve Saadet Partisi, CHP’ye yapıştırıldı. Böylece “küçük partiler” de düzen cephesinde mevziye sokulmuş oldu. Bu ittifaklardan birine kamuoyu korkusuyla açıktan dahil edilemeyen HDP/PKK da, ABD’nin dayatmaları sonucunda CHP marifetiyle “uçuruldu.” Baraja takılmaktan kurtarıldı, Meclis’e dahil edildi. Hem de devlet Hazinesinden 90 milyon lira gibi büyük bir meblağla ödüllendirilerek!
HDP/PKK ile resmi olmayan bir formülle de olsa seçim ittifakı yapmayı CHP’ye dayatan ABD; iktidar seçeneği olabilecek bir CHP +Vatan Partisi + İyi Parti ittifakı olasılığını boşa çıkarmak için, hem CHP’ye hem İyi Partiye baskı yaptı. Sonuçta engelledi de. Vatan Partisi’ni ittifaksız bırakmanın küresel ölçekte önemli bir mesele olduğu da böylece anlaşıldı
Sonuçta yüzde on barajı, bir tek Vatan Partisi’ne karşı işletildi. Onun dışındaki HDP/PKK dahil irili ufaklı bütün sistem partileri bakımından buharlaştırıldı. Sisteme seçenek bir gücün önünü kesmekte seçim barajı ne ölçüde etkili olduysa, Öncü Partiyi ittifaksız bırakmak da o derece etkili oldu.
Bütün bunlar, sistemin güdümü altında yapılan seçimlerde sisteme alternatif bir partinin işinin ne kadar zor olduğunu, zaferin de de ha deyince yakalanacak yakınlıkta bulunmadığını gösteriyor!
ENGELLER NASIL AŞILACAK?
Elbette önüne çıkartılan bütün bu engeller, öncü parti için bir mazeret değil, aşılması gereken zorluklardır. Peki nasıl aşacağız?
Tek bir yolu vardır: Emperyalizme karşı milli şahlanışın ve emekçi halk hareketinin rüzgârını arkamıza almak! Bunun verdiği büyük olanaklarla güç toplamak, ittifak olanakları yaratmak ve böylece her türlü barajı ve barikatı paramparça etmek!
Tıpkı Silivri duvarını yıktığımız gibi! Önce duvarı yıkmıştık, arkasından kimsenin hayal bile edemediği Anayasa Mahkemesi ve mahkeme kararları gelmişti.
ARANAN ‘SİHİRLİ FORMÜL’ BUDUR
Ancak bunu söylemek kolay, yapmak zaman alıcıdır. Her şeyden önce nesnel koşulların olgunlaşması gerekir. Yani bir “zamanı vardır”, öncünün iradesi dışındadır.
Tabi belirtmek gerekir ki, nesnel koşullar da hızla olgunlaşmaktadır.
ABD emperyalizmiyle ülkemiz arasındaki derin çelişme hararetli bir kutuplaşma boyutuna varmıştır. ABD karşıtlığı yüzde 90’ların üzerindedir. Hesaplaşmayı akla getiren olaylar her an gündemdedir. Buna bağlı olarak Türkiye’nin komşularıyla ve Avrasya güçleriyle ilşkileri hızla gelişmektedir. Stratejik ittifaklar boyutuna yükselmektedir. Her an patlak verebilecek olaylara bağlı olarak, milli duygulardaki kabarışın daha geniş boyutlara varması ve kitlesel şahlanmalara yol açması beklenmelidir.
Aynı şekilde ülkemizdeki ekonomik kriz de hızla derinleşmektedir. Kriz demek, sistemin çarklarının işlememesi demektir. Sistemin halka sağladığı kısıtlı olanakların bile aksaması ya da verilememesi demektir. Emekçi halkın artık bugüne kadar olduğu gibi yaşamını sürdürebilme şansının kalmaması demektir. En azından bu tehlikenin artık güçlü bir şekilde hissediliyor olması demektir.
Fay hatlarında büyük enerji birikimi olmaktadır. Bu da Yıldırım Koç hocamızın sık sık vurguladığı gibi, büyük çaplı işçi ve emekçi hareketlerini mümkün ve kaçınılmaz kılar.
Hem eperyalizme karşı vatan mücadelesi bakımından, hem de emek mücadelesi için olağan üstü elverişli koşullar doğmuştur.
Vatan Partisi, “Vatan mücadelesi ile emek mücadelesini birleştirmeyi” söyleminin ve eyleminin merkezine koymuştur. Bu konuda rakipsizdir. Dolayısıyla yükselen milli dalgaya ve emek hareketine önderlik etme yeteneğine sahip başlıca güçtür. Yükselen dalganın başına geçecek düşünsel donanıma, morale ve liderlik birikimine, kadro potansiyeline sahiptir. Kitlelere ulaşma kanallarını yaratmış durumdadır.
KENDİMİZE HAKSIZLIK ETMEYELİM
Bununla birlikte, “Biz bu seçim işinde başarısız oluyoruz, bir türlü yapamıyoruz” şeklindeki kendimize kondurduğumuz önyargılardan, haksız ve temelsiz yüklerden kurtulmalıyız.
– Örneğin “Uslubumuz sert, o yüzden tepki çekiyoruz, oy alamıyoruz” deniyor.
Hayır dedoğru ğildir! “Sert” olan uslubumuz değil, programımızın kendisidir. “Hortumcunun malına el koyacağız…”, “Nereden buldun kanunu çıkartacağız…”, “Doları iç piyasada yasaklayacağız…”, “NATO’dan çıkacağız, İncirliği kapatacağız…”, vb.
Doğu Perinçek bunları nasıl bir uslup düzeltmesiyle yumuşatabilir? Yumuşatsa bile seçmen bunu yutar mı? Halkımız zekidir. Neyin ne anlama geldiğini ve nelere yol açabileceğini hemen kapıyor. Burda seçmen çoğunluğu açısından mesele, Vatan Partisi programının uygulamada ne gibi gelişmelere yol açabileceğini görmesidir ve bunu göze alıp almaması meselesidir. Halk, aslında nasıl bir tercihle karşı karşıya kaldığının farkındadır ve sonuçları itibarıyla bunun ne anlama geleceğinin de bilincindedir. Kendince onu ölçüp biçmektedir.
Partimiz programından vaz geçmez, geçemez. Çünkü kronikleşen ekonomik krizi çözmenin daha yumuşak bir yolu yoktur. O zaman seçmenin de bunu kendi tecrübesiyle görmesine yardımcı olacağız. Tavır değiştirmesini teşvik edeceğiz. Koşulların olgunlaşmasına paralel olarak, bu aşamada kulağına “sert ve itici” gelen söylemlerin, birden bire “hoş ve sevimli” hale geldiğini nasıl olsa görecektir!
– Yine örneğin, “Halk bizi anlamıyor, kendimizi anlatamıyoruz..” deniyor!
Hayır! Bu saptama da doğru değildir. Halkın çok geniş bir kesimi bizi ve programımızı anlıyor. Biz de aslına bakarsak kendimizi ve çözümlerimizi çok iyi anlatıyoruz. Sorun da burdan doğuyor zaten! Vatan Partisi’ne oy veren de anladığı için oyunu veriyor. Oy vermeyenler de büyük çoğunlukla programı anladığı için, ama sonuçlarıyla yüzleşmeyi henüz göze alamadığı için bu aşamada vermiyor.
Ama çaresi yok! Bu işin daha kestirme ve kolay bir yolu bulunmuyor! Seçmen de bunu görecek ve doğru tercihi yapacaktır. Tabi bizim de mücadelemiz ve yardımlarımız sayesinde. (Sahadaki “Gönlüm sizden yana, ama ah şu baraj olmasa..”, Gönlüm sizden yana ama hele bu seçimlerde şu parti bi gitsin..”, “Söz, bir dahaki seçimlerde bütün aile olarak…” gibi söylemleri hatırlayalım).
– Yine örneğin “Biz her şeyi iyi yapıyoruz, büyük başarılara imza atıyoruz, ama oy alamıyoruz..” kanısı yerinde midir?
Hayır. Bir kere, her şeye rağmen bir “120 bin kahraman oyumuz” var. Devrimden yana açık tavır koyan! 122 bin imza ile Genel Başkanını iktidar seçeneği olarak ülkede öne çıkan altı kişiden biri olduğunu bütün dünyaya gösteren bir tavır var. Bunu yok mu sayacağız? Bu konumu elde etmek kolay mıdır? Değerini bilmeliyiz ve kazandırdığı maddi manevi olanakları görmeliyiz.
SAYI İLE ÖLÇÜLEMEYEN DEĞERLER
Evrende ve toplumda sayı ile ölçülebilen, rakama vurulabilen değerler vardır: Kaç oyun var, kaç üyen var, kaç paran var, mitingine kaç kişi katabiliyorsun, kaç askerin var, kaç silahın var, gibi… Bir de rakama vurulamayan, sayıya gelmeyen değerler vardır. Yüz yıllık Ermeni Soykırımı yalanını boşa çıkarmak, Silivri duvarını yıkmak, ABD’nin FETÖ belasını bozguna uğratmakta başat rol oynamak, Avrasya ittifakını örmek gibi!
Sayı ile ölçülemeyen değerlerle rakama vurulabilen değerlerin tamamı bir araya getirilince ancak, büyük başarılara imza atılabilir. Sayıyla ölçülemeyen değerler de zaten, sayıyla ölçülebilen değerlerin kaynağıdır, anasıdır.
Bunun bilincinde olmak önemlidir, çünkü milletimize ve Vatan Partisi’ne karşı psikolojik savaş yürüten emperyalist merkezler, sürekli olarak ve her yolla oy konusunu gözümüze dürtüyor. Öyle ki, hayatın ve tarihin içinde var olan maddi manevi büyük gücümüz buharlaştırılıyor adeta!
Partimizin de halkımızın da bundan etkilenmediği söylenemez.
Öyleyse biz de Parti olarak özgüvenimize toz kondurmayacağız. Her başarının bir zemini ve zamanı vardır. Sorun, olayın doğasını doğru anlamak, engelleri aşmak için yapılması gereken işleri yapmaktan geri durmamaktır.
Sonuçta:
Gerek tarihe mal olan başarılarımız, gerekse seçim düzlemindeki mücadelelerimizin milletimizde biriktirdiği izler, kazandığımız deneyimler, Partimize büyük olanaklar sunmuştur. Önümüzdeki çalkantılı süreçte kitle hareketinin yükselmesine paralel olarak, büyük seçim başarıları da kaçınılmaz olarak gündemdedir.
BİTTİ
İlgili Seçimlerde başarı konusu (2) haberiyle ilgili sizde görüşlerinizi yazarak gündeme dahil olabilirsiniz.