Savaşı çıkaranlar ve savaşanlar

Savaşı çıkaranlar ve savaşanlar

Boris Vian’la John Steinbeck oturur bir oyun yazarlar. Bu oyunu oynamak için spor akademilerinde öğretilen, uygulanan bütün beden hareketlerine sahip olmanız gerekir.

Sanayi toplumu sinema oyuncuları için bu gerekliliği kaldırdı. Teknoloji görüntüde sizi dağların üstünden atlatıyor, bulutları aşıyorsunuz. Ama tiyatro o kadar pür bir sanat ki seyircinizi aldatma olanağını oyuncuyu vermiyor.

Tiyatro bu soft yapısıyla bunun için sinemadan daha önde. Daha sanat.

Seyircisine yutturduğu hiçbir hareket yok. Sinemada yutturmak üzerine kurulan kurgu tiyatroda pür gerçekliğe dönüşüyor.

Mert Turak çekirdekten tiyatrocu. Üstelik “alaylı” değil “okullu”.

Bu tanımı “alaylı” olunamaz anlamına asla kullanmıyorum. Her birey okulun vereceğini hayattan edinme becerisi gösterebilir.

Hiçbir tiyatro oyuncusu sahnede oynarken diplomaları boynuna asmaz. Başarısı ortaya koyduğudur.

Mert Turak otuz sekiz yaşında ve bir saat on dakika aralıksız her adımı atletik bir oyunu başarıyla sürüklüyor.

Futbolcular kırk beş dakikada “devre diyor” mola veriyorlar. Mert Turak ayağını bastığı mayının patlamaması için on beş dakika tek ayak üstünde durarak ve ölümle kalım arasındaki o gerilimi repliklerle seyircisine aktarma ustalığını başarıyor.

Futbolcular sahada minik minik küçük molalarla soluklanarak oyunu sürdürüyor. Ve Mert üstelik konuşmak, ağzından çıkan her repliği ısıtmak zorunda.

Oyunun hareket dinamiği için çok genç olmak gerekiyor. Ne ki oyunu anlatmak seyirciye aktarmak için de tiyatroda yol almış olmak kaçınılmaz.

Mert Turak bu zoru başaran kutlanması gereken yalın ustalığı oyun boyu sergiliyor.

İki usta yazarın el ele verdikleri savaş karşıtı bir oyunun seyircisi savaşa karşı bir öfkeyle oyundan çıkmıyorlar. Tam tersi savaşı çıkaranlarla cephede uygulayanlar arasındaki tarihsel ve uzlaşmaz çelişkiyi düşünmeye kavramaya çalışıyorlar.

Savaş kararları görkemli salonlarda viskiler yudumlanırken alınabiliyor.

Siyasi erkler, kudret gösterişi için kolaylıkla savaşın düğmesine basabilirler. Basıyorlar. Ne var ki savaşan bedenler kendi canları değil.

Amerika Vietnam’a savaş ilan ediyor. Adnan Menderes Türkiye’nin Başbakanı olarak bu kilometrelerce ötedeki savaşa ülkenin gencecik fidanlarını yolluyor, o cehennemde hiç yoktan ölümlerini seyrediyor.

Çanakkale’ye dünyanın öte ucundan askerler geliyor. Bir cehennem. Binlerce genç ölüyor. Bizim askerlerimiz vatanını savunuyor. Ülkelerine tecavüze karşı çıkıyor. Ya o binlerce kilometre öteden Avrupa’dan gelenlerin amacı ne?

Siyaset, siyasiler kendi ülkelerine sığışamıyor. Ülkelerinin sınırları içinde çoğalarak mutluluğu yaratarak var olamıyorlar.

Tiyatro yazarlığının iki ustası Boris Vian ve John Steinbeck bu gerçeği yazdıkları oyunla seyirciye aktarıyorlar.

Yönetmen Ergün Ünlü, uyarlayan Gökhan Ertemur ve ille de sahne tasarımında Eylül Gürcan son derece başarılı.

Mert Turak, böylesi zor bir oyunu aksamasız, oyunculuğunu doruğa taşıyarak sürüklüyor.

Mert Turak eğer bu başarıyı Amerika’da, Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde gösterse çok farklı ekonomilere ve üne uçardı. Bu da insanın doğuştan gelen “kader” diyebileceğimiz şansı ya da şanssızlığı.

Tek söyleyeceğim oyunun sahnede biraz daha demlenmesi repliklerin koşturulduğu yerlerin biraz sözcükleri seyircinin kavramasına zaman tanınması.

Işıkta da bazı sahnelerde loşluğun, ışık koyulaşmalarının gözden geçirilmesi gerekli.

Yüz yılı aşan bir tiyatro geleneğini sürükleyen İstanbul Büyükşehir Tiyatroları’nın kültüre tepkili bir siyasi erkin varlığında bile bu denli başarılı bir süreci seyircisine yaşattığı için, bu kurumun gişecisinden oyuncusuna, tüm yöneticilerine teşekkür ediyorum.

 

Exit mobile version