Ekonomik bağımsızlık, bağımsız olabilmenin olmazsa olmazıdır. Ekonomisi ile birlikte para ve finans konularının sadece bir tanesinin yönetiminin ucundan kıyısından, göbek bağı ile bir yerlere bağlı olan ülkelerin tam bağımsız olduğunu söylemek mümkün değildir.
Çünkü paranın küresel cambazlarından, ülkelerin ve dünya ekonomisine kendilerince ayar çekebilen baronlarından kabul edilen
Nathan Rothshild: “Kimin kral olduğu umurumda bile değil. Çünkü para arzını kim kontrol ediyorsa, imparatorluk da onundur.”
David Rockefeller: “Bu güç (para) benim elimde olduktan sonra kanunları kimin yaptığı hiç fark etmez.”
George Soros :“Ben sistemin zaaflarından hareketle para kazanıyorum.”
Diyerek ekonomi derslerinde öğretilmeyen, fakat günümüzde ki para ve finans yönetiminin yazılı olmayan kurallarını özetleyen bu sözler, gerçeği gayet açık ve herkesin idrak edeceği bir şekilde açıklamaktadır.
Bu nedenle ülkelerin para politikalarının ve finansal yönetimlerinin, kimler tarafından yönetildiğinin ne kadar önemli olduğu gerçeği bu sözler de saklıdır. Dünya üzerindeki ve Ülkemizdeki yaşadığımız ekonomik krizler de bu gerçekleri inkâr edilmez kılmaktadır.
Dünya da mafyavari örgütlenmeleri ile kartel oluşturmuş olan para babalarının dönen tekerleğine çomak sokulmasına, kurmuş oldukları para ve finansal yapıları için tehlikeli olabilecek milli politikaların üretilmesine ve uygulanmasına, kesinlikle müsaade edilmemektedir.
Çünkü onların sistemden bağımsız politikalar uygulamak isteyen ülkelere çeşitli bahaneler ile müdahalenin gecikmediği, bu uygulamalara öncelik edenlerinde siyasi hayatları ve yaşamlarına son verildiği acı bir dünya gerçeğidir. Çünkü buna dair yakın ve uzak tarihimizde ve dünyanın diğer ülkelerinde birçok örnek mevcuttur.
Rahmetli Erbakan’ın Başbakanlığı döneminde Ekonomi Müşavirliğini yapan Mete Gündoğan “Narkoz” isimli kitabında bu yaşanmışlıklarını detayları ile anlatıyor. Bir bölümünde ise Erbakan’ın ortak İslam Dinarını dillendirmesi, bu konu ile ilgili çalışmaların da İslam Ülkelerinde taraftar bulması gibi çıkışları bu güruhu çok rahatsız ettiğini açıklıyor. Ayrıca kamu kaynaklarında israfa sebep olan para politikasını bir hesapta toplayan, böylece kamu kaynaklarından milyarlarca faiz ödenmesinin önüne gecen havuz uygula-masının ekonomi baronlarını rahatsız ettiği için kaleminin kırılmasının sebeplerinden biri olduğunu ima ediyor.
Son dönemde Erdoğan’ında elinin kolunun bağlı olduğu para politikalarına daha rahat yön verebilmek için uygulamaya koyduğu Varlık Fonunun da baronları ayni şekilde rahatsız ettiği bir gerçektir. Bunun için de Varlık Fonunun Başkanlığını Erdoğan’ın, üyeliğini de damadının yapmasını eleştirerek sulandırmaya çalışıyorlar. Türkiye de para politikasına yabancı baronların yön vermesinden rahatsız olmayanlar, seçilmiş Cumhurbaşkanın yönetiminden rahatsızlıklarını ileri sürerek Varlık Fonu için bir kaşık suda fırtına kopararak gemileri batırmak için adeta yarışıyorlar.
Tarihimiz de para baronlarının tuzağına düşülmesi, 1863 yılında İngiliz, Fransız ve Galata bankerlerinin ortaklaşa kurdukları, Osmanlı Bankası ile başlamıştır. Kuruluşunda Merkez Bankası olarak kabul edilen otuz yıllığına banknot basımını vererek elini kaptıran Osmanlı ekonomisi bir daha ne kolunu me yakasını bir türlü kurtaramamış, büyük darbe yemiştir.
Bu kıskaçtan kurtulabilmek için, Abdülhamit Han çok çabalamış olmasına, sonradan gelenlerin de 1917 tarihinde tamamen yerli İtibarı Milli Bankasını kurmak için yapmış oldukları gayretleri maalesef başarılı olamamıştır.
Ekonomiyi öyle bir kıskaç ile sarmalamışlar ki, Osmanlının yıkılmasından sonra bütün kurumları tasfiye edilerek reddi miras edilmiş olmasına rağmen, Osmanlı Bankasına kimse dokunamamıştır. 3 Ekim 1931 tarihinde Merkez Bankasının kuruluşuna kadar görevine devam etmiştir. Bunun nasıl başarabildiği ve bir devlet için bağımsızlık ile eş değerde olan Merkez Bankası görevine nasıl devam edebildiğini sorgulamak aklımıza dahi gelmemiştir.
Kurulmuş olan Merkez Bankasının yönetim yapısı da dikkat çekicidir. Birçoğumuzun madeni paralarının üzerinde Türkiye Cumhuriyeti yazarken banknotların üzerinde bir harf eksiği ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yazmasının nedenini birçoğumuz fark edemedik.
Yeni kurulmuş Cumhuriyetin eskiden yapılmış olan hataları yapmamak ve ekonomik bağımsızlık adına bu kıskaçtan kurtulmak için bir çıkış yolu olarak, Hintli Müslümanların bağımsızlık savaşına gönderildiği iddia edilen ve o zamana kadar Osmanlı Bankasında bulunan paranın bir kısmının sermaye olarak verilmesi ile Mustafa Kemal Atatürk’ün devlet adına öncülük ettiği, bugün CHP hisselerinin Hazineye devri ile gündeme gelen İş Bankasının 26 Ağustos 1924, tarihinde kurulmuş olması kayda değer bir gelişmedir.
O günkü şartlar da bağımsız bir ekonomi için gerekli olan bankanın kurulmasındaki şartlar gerektirdiği için hisselerin CHP’ye bırakılması, çok partili sisteme geçildiğinde bu konu diğer partiler acısından itirazlara sebep olmuştur.
Bunun sonucu da Rahmetli Menderes bu hisselerin hazineye devrini yapmıştır. Fakat sonrasında 1960 yılındaki darbeciler tarafından hisseler tekrar CHP verilmiştir.
1980 askeri darbesinde bütün partilerin mal varlıklarına el konulduğu gibi bu hisseler de hazineye devir edilmiş iken sonrasında Anayasa Mahkemesi kararı ile bu hisseler tekrar CHP uhdesine geçmiştir.
Son günlerde de Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu hisselerin hazineye devrinin yapılmasını gündeme getirmesinden sonra konu ile ilgili tartışmalar yeniden başladı.
Bu günkü CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun da kamudan emekliye ayrıldığında, Baykal tarafından atananlarının arasında bulunduğu, yönetim kurulunda CHP’yi temsilen görev yapan üyelere aylık 12.000-TL, yıllık da 800.000-TL civarında huzur hakkı ile birlikte makam odası, sekreter ve araç verilmesi kamuoyunun büyük bir kesiminde kabul görmemekte ve itirazlara neden olmaktadır.
Konun gündeme getirilmesi ile büyük yankı uyandıran bu konunun ilerleyen zamanlarda yaşanacak tartışmaların habercisidir.
Bu konun krize dönüşmeden, ekonomimiz için büyük önem arz eden, tüzel kişiliği olan İş Bankasının bu tartışmalardan zarar görmemesi, kurucu iradenin yıpratılmaması ve kuruluş sermayesinin kaynağı ile ilgili yalan yanlış bilgilerin ortalığa saçılmaması için, bu konuda kişilerin siyasi görüşlerini bir tarafa bırakıp empati kurarak düşünmesi sonucunun da vatan ve millet odaklı bir karara varılması gerekmektedir.
Rahmetli Menderes zamanından beri belli bir kesimin yüksek sesle itiraz ettiği ve günümüzde de hala güncelliğini koruyan bu konuyu gündemden çıkarmak adına, başta CHP olmak üzere bütün partiler, sen ben kavgasına dönüştürmeden çözmek zorundadır.
Bu başarılamadığı takdirde, mirası pay edemeyen varisler durumuna düşmemek adına Halkın hakemliği için referanduma gidilerek, çıkacak sonucu da herkes kabullenmeli ve bu konu Türkiye’nin gündeminden çıkarılmalıdır.