Oruç ve sosyal hayat

Oruç ve sosyal hayat

Ramazan orucunun hikmetlerinden biri de İnsanların sosyal hayatlarıyla ilgilidir. İnsan için “fıtraten medeni bir varlık” vasfı kullanılır. Medeni demek, tek başına yaşaması mümkün olmayan, bütün ihtiyaçlarını kendi kendine karşılayamayan, içinde bulunduğu ortamdaki başka insanların da olmasına ihtiyaç duyan ve kendisine de ihtiyaç duyulan varlık demektir. Buna göre medeni olmak, toplu halde yaşamakta, karşılıklı yardımlaşma, dayanışma kültürüne sahip olmak anlamına gelir. Kimin himmeti yalnız kendi nefsi ise o insan değil… Çünkü: İnsanın fıtratı medenîdir, başka insanları düşünmeye mecburdur. Onun şahsi hayatı ancak cemiyetin hayatıyla devam edebilir. 

“Rabbinin rahmetini paylaştırmak onlara mı düşmüş? Dünya hayatında onların geçimliklerini biz paylaştırdık. Bir kısmı diğerini istihdam etsin diye kimini kiminden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır” (Zuhruf, 43/32) mealindeki ayette ifade edildiği üzere, insanlar, geçim, maişet cihetinde -zengin, fakir şekilde- farklı farklı yaratılmıştır. Bu düzenleme ile insanlık camiasının medeni bir aile olarak birbirine olan ihtiyaçları sebebiyle karşılıklı saygı ve sevgi, şefkat ve merhamet duygularının tahrik edilmesiyle, yardımlaşma ve uzlaşmanın sağlanması hedeflenmiştir. 

Bütün insanların ister istemez bir başkasının gücüne, parasına, fikrine muhtaç olduğunu görürüz. Onun için  “Zen merde, civan pîre, kemân tîre muhtaç./ Ebnây-ı beşer, hâsılı birbirine muhtaç.”(Yâni, kadın erkeğe, genç ihtiyara, yay oka muhtaç. Kısacası insanlar birbirine muhtaç)  demişlerdir. 

İnsanların böyle birbirine muhtaç olmaları, karşılıklı olarak yardımlaşmaları zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Yardımlaşma, toplum hâlinde yaşamanın doğal bir sonucudur. Hem başkaları ile yaşamak, hem yardıma ihtiyaç duymamak imkânsızdır. Bunun için İslâmiyet yardımlaşmayı, bütün maddî ve mânevî hayatımızı kapsayacak şekilde en geniş sınırları ile ele almış ve dinî-ahlâkî bir görev olarak ortaya koymuştur. Kur’an-ı Kerîm’in pek çok âyetinde bu konuya temas edilerek, Müslümanlar yardımlaşmaya teşvik edilmiştir.  

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in (s.a.v) toplumdaki dayanışma düsturunu vaz eden şu sözleri her insanın kulağına küpe olacak değerdedir: “Müminlerin birbirlerine gösterdikleri sevgi, merhamet ve şefkat, bir bedenin uzuvları arasındaki dayanışmaya benzer. Zira bedenin herhangi bir yeri rahatsızlansa, bedenin tamamı onun sıkıntısına uykusuzluk ve ateşle ortak olur” (Müslim 2586). Sonsuz merhamet sahibi olan Allah, insanların fıtratında/yaratılışında var ettiği insani erdemlerle yetinmemiş, aynı zamanda vahiy ve Kur’an il de bu insani erdemlere göre hareket etmelerini de emretmiş ve zenginleri fakirlerin yardımına davet etmiştir. Ancak çoğu zenginler, hep tok oldukları için, aç olanların halini düşünmezler. Fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, ancak oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefis perest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elem verici ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Oysa hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir. Ona karşı şefkatle mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz. Çünkü o haleti kendi nefsinde hissetmiyor (bk. B. S. Nursi, Mektubat, 400). 

Exit mobile version