MİLLİ SAVUNMA SANAYİSİ TAM GAZ DA…

YIMG_D04789-0727F4-3F27C7-10E8BE-EE22E3-1CC792-7

Son dönemde, siyasi karar alıcıların, ‘güçlü’ devlet olabilmek için sık sık ‘Milli İktidar – Güçlü Ordu – Güçlü Milli Savunma Sanayisi’ üçlüsünün önemine ve bunların birbiriyle olan güçlü bağına vurgu yapmaları dikkat çekiyor. Yine ‘2023 Türkiye vizyonu’ ve Türkiye’nin ‘bölgesel ve küresel bir güç merkezi’ olma yolundaki hedefi açısından milli savunma sanayisine önemli görevler yüklendiği gözleniyor. Güvenlik çevrelerinde, “2015 yılında yaklaşık 1,7 trilyon doların döndüğü küresel savunma pazarının biz neresindeyiz?” sorusunun ardından önümüzdeki on yıl içinde küresel savunma sanayisi pazarının yıllık 2,5 trilyon dolara çıkacağına dikkat çekilerek Türkiye’nin de bu pazardan en az 25 milyar dolar pay kapması gerektiği sık sık vurgulanıyor.

Son 5 yıl Milli Savunma Sanayisi için bir Başarı

Gerçekten de Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayisi ihracatına artan ilgisini rakamlar ortaya koyuyor. Örneğin, Türkiye’nin 2008’deki savunma sanayisi ihracatı 600 milyon dolar düzeyindeyken bu rakam 2012 sonunda 1 milyar 260 milyon dolara çıktı. 2015 yılında Türkiye’de savunma sektöründe iş yapan firma sayısı 600’ü aşarken ihracat da 1,5 milyar dolara yaklaştı. Sektördeki 2016 yılı ihracat hedefi ise 1,8 milyar dolar. Bir önceki Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ise askeri sanayideki gelişmeyi Savunma Sanayi 2013 Faaliyet Raporu sunuşunda şöyle özetliyor: “Savunma Sanayi Müsteşarlığı tarafından yürütülmekte olan 400’e yakın savunma projesi içinde ALTAY Ana Muhabere Tankı, ANKA İnsansız Hava Aracı, Ada Sınıfı Firkateynleri (MİLGEM), Milli Piyade Tüfeği, ATAK helikopteri ve ilk uçuşunu 2013 yılı içinde yapan HÜRKUŞ Temel Eğitim Uçağı gibi milli projelerimiz bulunmaktadır. Ayrıca, ilk milli gözlem uydumuz Göktürk-2 uzaya fırlatılmış olup, dev yatırımlar sayesinde Ankara’da Uydu Montaj, Entegrasyon ve Test Merkezi kurulmuştur.”

Türkiye’nin savunma sanayisine artan ilgisini Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’nün (SIPRI) verilerinde de görmek mümkün. SIPRI’ye göre Türkiye, 2013’te 19,1 milyar dolarlık askeri harcamayla 2012’ye nazaran 2 basamak yükselerek dünyada 14’üncü sırayı aldı. Bu harcamanın da milli savunma sanayisinden karşılanma oranı yüzde 60’a yaklaştı. İlginç şekilde, Türkiye’nin 2013 yılı savunma ihracatının yüzde 39’u ABD’ye yapıldı. ABD’ye ihraç dilen başlıca kalemler, uçak ve helikopter montaj parçaları, elektronik harp yazılım ve donanımları. İkinci en fazla ihracat yapılan ülkenin yüzde 9,2 payla Suudi Arabistan olduğunu, bu ülkeyi Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Irak, İtalya, İspanya, Fransa, Almanya ve Ruanda’nın takip ettiğini dile getiren Savunma ve Havacılık Sanayi İhracatçıları Birliği (SSİ) Başkanı Latif Aral Alış hedeflerini şöyle sıralıyor: “Bazı ülkelere de mal değil hizmet ihraç ediliyor. Örneğin Malezya’nın insansız deniz aracı projesini Türkiye geliştiriyor. Şimdi hedef, bu ivmeyi daha yukarılara çıkararak Orta Asya, Uzak Doğu ve Afrika’ya açılmak. Kara ve hava araçlarında belirli bir noktaya gelindi. Şimdi deniz araçlarında da tercih edilen ülke olmak hedefleniyor.”

Türkiye’de savunma sanayisinin güçlenmesinde motor görevi gören kurum Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM). Bu kurum askeri sanayi alanında siyasi, ekonomik, stratejik karar alma merkezi konumunda. SSM’nin son 5 yılda sözleşmeye bağladığı projelerin tutarı, % 85 artarak 20 milyar dolara ulaştı. Savunma Sanayi Müsteşarlığı, 2016 yılında savunma ve havacılık sektör cirosunu 8 milyar dolara, ihracatını ise 2 milyar dolara ulaştırmayı hedefliyor. Müsteşarlığın en büyük projeleri arasında ilk sırayı 16 milyar dolarla Müşterek Taarruz Uçağı (JSF) alırken bu projeyi, 3,3 milyar dolarla ATAK Helikopteri, 2 milyar euro ile Yeni Tip Denizaltı projesi izliyor.

Diğer yandan yerli savunma sanayisindeki bu atılımlar, diğer devletlerle mevcut ilişkileri güçlendirme ve yeni ilişkiler kurma aracı olarak da kullanılıyor. Bir önceki Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı sunumda, “Türkiye’nin güçlü ordusuyla daha çok ülkenin işbirliği yapmak istediği bir devlet haline geldiğini” söylemesi dikkat çekiciydi. Gerçekten de 2010 yılından bu yana 67 ülkeyle askeri alanda eğitim, teknik ve bilimsel işbirliği, 55 ülkeyle savunma sanayi işbirliği, 52 ülkeyle de askeri eğitim işbirliği anlaşmalarının imzalanmış olması Bakan Yılmaz’ın sözlerini doğrular nitelikte.

Bu açıklamalardan anlaşılabileceği gibi, Türkiye’de siyasi karar alıcılar savunma işbirliklerini mevcut ilişkileri güçlendirme ve yeni ilişkiler geliştirme açısından önemli bir dış politika aracı olarak görüyor. Gerçekten bu alanda artan ihracat hedefleri ve diğer ülkelerle ortak projelerin Türk savunma sanayisinin siyasi karar alıcılar için dış politika alanında önemli bir ‘özgüven inşa nesnesi’ hâline geldiği görülüyor. Şimdi bu başarı hikayesinin ‘Tam Gaz’ bölümü bitti. Şimdi de biraz da başlıktaki şu ‘DA’ kısmına odaklanalım. Bu başarı hikayesi sürdürülebilir mi? Türkiye’nin 2023 Vizyonunda temel hedefi milli savunma sanayisi ihracatını 25 milyar USD’a çıkarmak var. Ama bu hedefe nasıl ulaşılacak? Bu soruya ne yazık ki henüz net bir cevap yok. Bunun nedeni ise Ankara’nın milli savunma sanayisinin nasıl güçlendirileceği konusunda bir foresighting (uzgörü) çalışması yapmamış olması, stratejik öngörü eksikliği ve bu hedefe ulaşılabilecek net bir yol haritasının olmaması. Örneğin şu anda savunma sanayisinde toplamda yaklaşık 3 bine yakın mühendis, uzman, tekniker gibi nitelikli eleman bulunuyor. 25 milyar hedefi için bu rakamın 4 katına çıkarak yaklaşık 12 bin kişilik nitelikli istihdam yaratmak gerekiyor. Şimdi soru: Acaba Ankara’nın 2023’e kadar milli savunma sanayisindeki nitelikli istihdamı arttırmak için ne tür bir stratejik vizyonu ve yol haritası var? Veya sektörün 2023’te 25 milyar USD ihracat hedefini gerçekleştirebilmesi için önümüzdeki 9 yılda yıllık ortalama % 35 oranında büyüme sağlaması gerekecek. Peki bu nasıl sağlanacak?

Sektör  ‘Batık Projeler’ çöplüğüne dönüyor

Milli savunma sanayisi giderek inşaat sektörüne benzemeye başladı. Gazetelerden pompalanan ‘COŞKULU’ başarı hikayeleri pek çok firmayı sektöre girmek için motive ediyor. Ancak sektörde bu başarı hikayelerinin ne kadar başarı hikayesi olduğu ve bunlardan belki de daha fazla ‘batış hikayesi’ olduğunu da hatırlamak gerekiyor. Sektörün yönetimi ala-turca yapılınca da ortaya karmaşa, kafa karışıklığı, teslim edilemeyen ve zamanında bitirilemeyen işler, daha da kötüsü son teslim testlerinde patlayan projeler çıkıyor. Sektör hayal edemiyor Sektörde herkesin sözbirliği etmişçesine söylediği bir tek cümle var: ‘TSK bizden ne isterse yaparız.’ İnovasyon için Ar-Ge çalışmalarının maliyetlerinin çok yüksek olduğu milli savunma sanayisinde firmalar haklı olarak TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü vb. son kullanıcılardan gelen isteklere göre kendini ayarlıyor. Hal böyle olunca da sektörde inovatif çözümlerle ortaya çıkan son ürün ve hizmetlerin sayısı çok az. Sektörün hayal edememesinin bir başka nedeni ise Savunma Sanayisi Müsteşarlığı ve Milli Savunma Bakanlığının yerli şirketlerle yabancı şirketlere eşit muamele etmesi ve yerli şirketleri fiyat ve ihale şartları konularında korumaması.

KOBİ’lerin sektöre bir türlü entegre edilememesi

Ankara’daki bürokratik direnç yapıları, vakıf şirketlerinin yarattığı yapıştırıcı eko-sistem ve yabancı şirketlerin tam saha presi nedeniyle bir KOBİ’nin savunma sanayisinde tek başına ayakta kalması, ihalelere girmesi ve kendini büyütmesi imkansıza yakın. Tam da bu nedenle Türkiye savunma-havacılık-uzay alanında küresel marka çıkaramıyor. Bayraktar firmasının bile kaç defa iflasın eşiğinden döndüğünü bilen bilir. Bu noktada Sayın Özdemir Bayraktar’ın kalbini tekleten nedenleri iyi analiz etmek lazım. Giderek ‘politize’ hale gelen sektör Milli savunma sanayisi Ankara’daki siyasiler tarafından iç siyasi tüketime yönelik bir ‘özgüven inşa nesnesi’ haline getirildikçe sektör iyice politize hale gelmeye başladı. Türkiye’de siyaset malum giderek ‘toksikleşiyor.’ Bu şu demek bir yapıya siyaset girince o yapı için için çürümeye başlıyor. İşte tam da bu nedenle milli savunma sanayisindeki ‘eski iş tutuş şekillerini’ reddetmek doğru ama siyaset ‘yeniyi’ önererek yol göstermek ve sorun çözmek yerine sektörde toksik bir etki yaratıyor. Bu toksik etki hem sektörü bölüyor hem de kurumsallaşmanın önündeki en büyük yapısal engel haline geliyor.

Milli Savunma Sanayisi hala yarı-şeffaf bir alan Savunma sanayisi ‘denetim dışı dev bütçelere’ sahip olması nedeniyle dünyanın her ülkesinde bir dizi muafiyet ve ayrıcalığa sahip olan savunma sanayisi genelde ‘yarı-şeffaf’ bir alan. Özel sektörden ziyade, devlet şirketlerinin sektöre egemen olduğu Türkiye gibi ülkelerde savunma sanayisinde siyasi ve askeri karar vericiler hem işveren hem de yönetici pozisyonundalar -ki bu etkinlik açısından iyi olsa da demokratik denetim açısından kötü bir durum. Aslında bu durum, zaten Türkiye’de ‘yarı-şeffaf’ olan sektörün daha da gizlilik zırhına bürünmesi anlamına geliyor. Sektörde her şey ‘gizlilik’ zırhına bürününce de ne kümelenme, ne de sinerjik üretim gibi paydaşlarla ortak büyüme için gerekli prensiplere uyulamıyor.

Kısaca milli savunma sanayisi şu anda ‘Ver coşkuyu!’ mantığıyla yönetiliyor. Sektörde çok iyi şeyler kabul oluyor ama genelde yaptıklarımızı fazlasıyla abartıyoruz ve çok az kişi ‘Acaba bu başarı hikayesini nasıl sürdürülebilir kılarız?’ sorusuna kafa yoruyor. Bakalım önümüzdeki yıllarda milli savunma sanayisi yeni bir ‘Vasatistan’ mı olacak yoksa Türkiye bu sektörde küresel ölçekte markalar çıkartarak önemli tedarik merkezlerinden biri haline gelebilecek mi?

Metin GÜRCAN 06 Haz 2016

Bu köşe yazısı Türkiye’nin en genç gazetelerinden Yeni Birlik‘te yazılmıştır. Eğer köşe yazarının yazısıyla ilgili düşüncelerinizi paylaşmak istiyorsanız aşağıdaki yorum kısmından yazabilirsiniz.

Yeni Birlik Gazetesi’ni Gazete Bayilerinden Temin Edebilirsiniz.

Exit mobile version