Her hâlde 1970’lerin başıydı. Ayla Dikmen’in söylediği bir parça vardı: “Sabahtan uğradım ben bir güzele”. Karacaoğlan’ın bu güzel türküsünün şu dörtlüğü hâlâ kulaklarımda:
“Elma elma yanakların al gibi / Boyu uzar gider selvi dal gibi / Seherde açılan gonca gül gibi / Sandım kan damlamış karın üstüne.”
Özellikle son mısraı hiç unutmamıştım. Geçenlerde Dede Korkut üzerinde çalışırken aynı motif Abdülkadir İnan’ın bir makalesinde karşıma çıkıvermez mi? “Dede Korkut Kitabındaki Bâzı Motifler ve Kelimelere Ait Notlar” başlıklı makalede. Ülkü dergisinde, ta 1939 Nisan’ında yazılmış.
Aynı benzetme Dede Korkut’un Kan Turalı boyunda (destani hikâyesinde) da geçiyormuş:
Yalap yalap yalabıyan ince donlum (Işıl ışıl parlayan ince giysilim) / Yir basmayıp yorıyan selvi boylum / Kar üzerine kan tammış (damlamış) gibi kızıl yanaklum / Koşa (çifte) badem sığmayan dar ağızlum / Kalemciler çalduğı (Kalemcilerin kalem çektiği) kara kaşlum / Kurumsı (isli) kırk tutam kara saçlum.
Aynı benzetmelerin Dede Korkut boylarında ve Karacaoğlan’da bulunması garip değil. Fakat Kazak ve Kırgızlarda aynı motiflerin bulunmasına ne demeli? Abdülkadir İnan, Kırgızların Manas destanından şu örneği veriyor:
Kardan apak eti bar (Kardan beyaz eti var) / Kar üstünö (üstüne) kan tamsa / Kandan kızıl beti (yüzü) bar.
Kazak ve Nogayların Er Targın destanında da aynı motifler var. Kırım Hanının kızı Ak Cunus şöyle söylüyor:
Kıyuvlu catkan kalam bar (kıyılmış yatan kalem var) / Kalamdı kör dö kasım kör (Kalemi gör de kaşımı gör) / Kara cerge kar cavar (Kara yere kar yağar) / Kardı kör dö etim kör / Kar üstünö kan tamar / Kandı kör dö betim kör (Kanı gör de yüzümü gör).
Türk Dünyası gerçeğine hâlâ itiraz eden var mı? Dede Korkut / Korkut Ata, Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’da var. Köroğlu, Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan’da var. Nasrettin Hoca neredeyse hepsinde var. Muhammediye, Kesik Baş hikâyesi ta Kazan’a gitmiş. Bunlar büyük metinler ve genellikle daha çok biliniyor. Fakat yukarıdaki örneklere bakar mısınız? Sanki hepsinin beyni, yüreği aynı şekilde çalışıyor. Kızıl yanaklar, kar üstündeki kandır. Kaşlar kalemdir. Hâlâ Türk Dünyası gerçekliğine itirazı olan var mı? Kökümüz, dilimiz, dinimiz bir, bunu biliyorduk; fakat yüreğimiz de, beynimiz de bir imiş.
***
Dil güzel, benzetmeler güzel… Hepsi güzel ama ne oldu bize bilmiyorum. Yerli ve millî diye diye yabancının ellerine sarılıyoruz. McKinsey’den bahsetmek istiyorum. Ben ekonomiden anlamam. Ama dilden anlarım; metinleri iyi okurum.
Berat Albayrak’ın başında bulunduğu Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıklamasında deniyor ki “Türkiye için bir kez daha faydalı bir icraat adımı atıldığında, bir kez daha kamuya güçlü bir kurum kazandırılmaya çalışıldığında; yakından tanıdığımız aynı koro olayı çarpıtmak, süreci baltalamak için karşımıza çıkmıştır. Bu değerlendirmeleri yapanların geçmişlerini bilmesek, basit bir danışmanlık mevzusu ile ilgili yaptıkları çarpıtmayı ‘öküzün altında buzağı arama’ olarak değerlendirebilirdik. Ancak, ortaya atılan iddia ve iftiralar art niyetli provokasyon ve ucuz siyasi kazanç çabasından başka bir şey değildir.”
Aynı açıklamada şu cümleler de var: “Danışmanlığın hiçbir icra fonksiyonu ya da yetkisi olmayacak. McKinsey tedbirlerin uygulanmasına liderlik edecek.”
İcra, “yapmak, bir işi yürütmek” demek. Uygulama da “tatbik etmek, bir işi yürütmek” demek. Benim hiçbir siyasi kazancım yok. Öküzün altında buzağı da aramıyorum. Sadece kelimelerin altında “anlam” arıyorum. Şimdi bu McKinsey uygulamalara liderlik edeceğine göre “icra fonksiyonu ve yetkisi” var mı, yok mu? Yani uygulamalara liderlik edecek ama hiçbir fonksiyonu ve yetkisi olmayacak. Şimdi bu sözlerin altında ben nasıl bir buzağı, pardon anlam bulacağım?
Yazara ait yayınlanan son makaleleri buradan okuyabilirsiniz.