Eski İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı bir yazısında şöyle diyor:
“Bir Müslüman Arapça bilmediği halde Kelâmullah’ı sırf ibadet niyetiyle okuyor, dinliyorsa bunu mânâsız sayıp -hâşâ, Allah’ın vekiliymiş gibi- reddetmemiz yanlıştır. Biliriz ki kadınıyla erkeğiyle nice Müslüman, Ku’rân’ı -dilini anlamadan okusa da- nice anlayarak okuyandan daha fazla hissederek, onunla gönül ve ruh yakınlığı kurarak okur ve -emin olunuz- Kur’ân’ın lafzını anlayarak okuyan kimi insanlardan daha çok istifade etmiş olmanın huzuruyla Mushaf’ın başından kalkar. Hatta -anlayana ne mutlu! Ama- namazda bile Kur’ân, anlamak için değil, ibadet için okunur. (KARAR, 17 Ekim 2018)
Akademisyen (Prof. Dr.) bir müftünün söyledikleri üzerine söz söylemek bizim haddimiz değil. Ama doğru bildiklerimizi ifade etmek de boynumuzun borcu… Evet, tarih boyunca, mânâsını anlamadan Kur’ân okumak ve dinlemek Müslümanlar arasında bir ibadet olarak görülmüş. Ancak, tarihî olanla dînî olanı karıştırmamak gerekir. Gelenekte mânâsını anlamadan ibadet için Kur’ân okunuyor olması bunun doğru olduğunu göstermez. Nitekim gerek asr-ı saadetteki uygulamalar gerekse İmam-ı Gazalî gibi birçok büyük âlimin bu konudaki görüşleri, Kur’ân’ın anlayarak okunması gerektiğini gösteriyor.
İbn-i Abbas’tan rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamberimiz “Hûd sûresi beni kocalttı” buyurur. Bu sûredeki hangi hükmün kendisini kocalttığı sorulduğunda da “Emr olunduğun gibi dosdoğru ol” (Festakım kemâ ümirte) âyetine işaret eder.
Peygamberimizi ihtiyarlatacak kadar ağır sorumluluklar ihtiva eden bir sûreyi (Hûd sûresi) anlamadan, üzerinde düşünmeden okumak ne ölçüde ibadet olur?
İmam-ı Gazalî Kur’ân okurken uyulması gereken kuralları sayarken “tefehhüm” (anlamak) ve “tedebbür“e (düşünmek) de yer verir. Gazalî “tedebbür”ü açıklarken şöyle der:
“Kur’ân’ı okumaktan maksat, onun âyetleri üzerinde düşünmektir. Bunun için Kur’ân’ı ağır okumak sünnettir. Zâhiren ağır okumak sayesinde, içinden mânâsını düşünebilir. Hz. Ali (r.a.): ‘Anlamayarak yapılan ibadette, tedebbürsüz (düşüncesiz) kırâatte hayır yoktur’ buyurdu. Hatta eğer ağır okumakla da üzerinde düşünemiyorsa, tekrar etmesinde beis yoktur. (bk. İhyâu Ulûmi’d-dîn, c. 1, s. 800)
Demek ki anlamadan (tefehhüm) ve üzerinde düşünmeden (tedebbür) okunan Kur’ân bizlere pek bir şey kazandırmıyor. Sadece kalben rahatlamamızı sağlıyor ve bu rahatlama da zamanla dînî bir itikada dönüşüyor.
Peki, ne yapmalı?
Öncelikle yapılması gereken, geleneğin etkisinden dini kurtarmaktır. “Biz büyüklerimizden böyle gördük.”, “Ümmî ninem Kur’ân okurken gözyaşı dökerdi” gibi söz ve davranışları mahz-ı hakikat (hakikatin ta kendisi) olarak görmek, örf ve âdetlerin zamanla din haline gelmesine yol açar ki günümüzde bu yanlış geleneğin birçok örnekleri Müslümanlar arasında hüküm sürmektedir. Anlamak için değil, ibadet için Kur’ân okumak da bunlardan biridir.
Unutmayalım ki Kur’ân okumanın ibadet olduğuna dair sözler, Kur’ân’ı okuduğu zaman anlayan yani ana dili Arapça olan bir coğrafyada neşvünema bulmuştur. Diğer bir ifade ile Kur’ân okumak ibadettir denilirken anlayarak, üzerinde düşünerek okunduğu farz ediliyordu.
Bana sorarsanız başta namaz sûreleri/âyetleri ve duâları olmak üzere ibadet maksadıyla okunan bütün dînî metinlerin tercümeleri de mutlaka öğrenilmelidir. (Bu konudaki düşüncelerimizi inşallah bir başka yazımızda daha ayrıntılı olarak dile getirmeye çalışacağız.)
Sözün özü; bize ibadetten ziyade, anlamak ve yaşamak için Kur’ân okuyan Müslümanlar lazım. “Kur’ân anlamak için değil, ibadet için okunur” derseniz IŞİD/DEAŞ, FETÖ nereden çıktı demeye hakkınız olmaz. Muallim Feyzi Efendinin dediği gibi Müslümanlık salt Kur’ân okumakla olsaydı âl-i abâ (Peygamber ailesi) ile âl-i Yezit (zalimliği ile tanınan ikinci Emevî halifesi Yezit taraftarları) arasında bir fark olmazdı:
“Kur’ân tilâvetiyle müselmanlık olsa ger//Âl-i Yezîd’in âl-i abâdan ne farkı var?”
***
ACZİMİN GİRYESİ:
Gönül arzu eder ki Kur’ân anlayarak okunsun,
Mümin dinini öğrenerek, kötülükten sakınsın.
(Li-muharririhî)
Yazara ait yayınlanan son makaleleri buradan okuyabilirsiniz.