Konsolosluktaki IŞİD vahşeti!..

24713_b-6

Önce Batman kökenli “İslami Haraket” sonraları da yine Batman kaynaklı Hizbullah‘ın yavaş yavaş enterne edilmesinin ardından, radikal dinci örgütler sessizliğe bürünmüştü…

Neydi bu sessizlik; cinayetlerin yol açtığı tepkilerle tamamen geri çekilmek mi, PKK gibi siyasallaşmaya çabalamak mı yoksa güç kazanarak yeniden sahaya çıkma hazırlığı mı?..

Radikal dinciliğin “İslami Haraket”ten esinlenen Hizbullah kanadı 2000 yılı sonlarına kadar süren operasyonlarda iyice dağılırken, yakalanamayan militanların çoğu Irak ve İran’a kaçmıştı… Hem de zamanı geldiğinde geri dönmek üzere!!!

Sessizlik uzun sürmedi… Ve Selefiliği de 15 yıl önce duydu Türk halkı… Hem de kanlı eylemlerle, katliamlarla ve şok eden ürkütücü saldırılarla…

Çünkü 15-20 Kasım 2003’te, İstanbul’da sinagoglar, HSBC Bank ve İngiltere Başkonsolosluğu‘na yönelik intihar saldırılarının kan donduran sonuçları toplumu ürkütmüş, devleti de ilk kez rastlanan eylemlerle şoke etmişti…

5 gün arayla İstanbul’un neredeyse her köşesinden duyulan devasa patlamaların yaşandığı 4 hedefte 60’tan fazla masum ölmüş, en az 800 kişi de yaralanmıştı…

Kamyonlar dolusu patlayıcı kullanılarak gerçekleştirilen saldırılar yeni bir dinci örgütün adını da duyurmuştu; “El Kaide…”

Eylemcilerden bazılarının kimliği uzun süre saptanamamış ve saldırganların kimler tarafından yönlendirildiği ise çok sonraları ortaya çıkmıştı; Bizzat Usame Bin Ladin

***

Hizbullah’tan Selefiliğe…

Antep-Konya-Bingöl-Afganistan hattında eğitilerek Türkiye’ye sevk edilen şeriatçı militanların 2003’teki kanlı eylemleri El Kaide’nin Anadolu’da yüzlerce hücre oluşturduğunu da ortaya çıkarmıştı…

Hem de 2000 yılına kadar, Güneydoğu’da adı “gazeteci cinayetleri“ni de kapsayan “faili meçhul”lerle anılan ve “mezar ev”lerle deşifre olan Hizbullah’a rahmet okutan bir örgütle karşı karşıya kalmıştı Türkiye…

Ve çok sonraları bu örgütün taban bulmak amacıyla yüzlerce Türk militanı Afganistan‘da eğittiği, bomba ve silah kursundan geçirilenler arasında 2000 yılında İstanbul Beykoz’daki bir operasyonla çökertilen Hizbullah‘ın eski militanlarının olduğu da belirlenmişti…

Ne ilginçti ki, 4 intihar eylemini yapanlardan bazıları Hizbullah’ın da filizlendiği Bingöl kökenliydi… Yani Bingöl-Diyarbakır hattında “Kadayıfçılar” olarak da tanımlanan Kürt “Hizbullahiler!..”

Velhasıl; sözde “PKK ile mücadele” iddiasıyla palazlanmasına göz yumulan Nurcu medrese müritleriyle “İlim” ve “Menzil” gibi Diyarbakır ile Batman’daki kitapevlerinin imam-hatipli müdavimleri Hizbullahçılıktan Selefiliğe savrulurken eylem biçimleri de dehşete dönüşmüştü!..

***

Bağnaz rejimden beslenmek!..

1960’larda Arap ülkeleri ve Mısır’daki El Ezher‘de okuyanlar tarafından yurda sokulan dergi, kitap ve bildiri tercümeleri Selefi ideolojinin Anadolu’da filiz vermesinde kullanıldı… Selefilik, Anadolu İslamı’na uygun bir ideoloji olmasa da, müritler hücre oluşturma çabalarından vazgeçmedi…

Çünkü Selefelik, İslam’ın ilk çağlarındaki en bağnaz kuralları kendilerine referans alanların ideolojisiydi ve ilk başlarda Anadolu’da pek ilgi görmüyordu… Suudi Arabistan devletinin resmi mezhebi Vahhabilik de işte bu bağnaz ideolojiden besleniyordu…

Suudi iş adamı Usame Bin Ladin’in kanlı örgütü El Kaide de Selefi-Vahhabi çizgisinde örgütlenmişti…

Velhasıl, İslam’ın mezar, türbe, cami, hoca, namaz gibi önemli kural, kaide ve ritüellerini reddeden El Kaideciler’in Irak ve Suriye’de camileri, türbeleri bombalaması sıradan eylemler değildi…

Terörist Bin Ladin’in adamları, beslendikleri radikal dinci ideolojinin gereğini yapıyorlardı… Çünkü Vahhabi Suudların peygamber mezarlarını ve Ecyad Kalesi’ni yerle bir etmeleri de El Kaidecilere yol göstermişti…

El Kaide’den sonra IŞİD ve türevlerinin de Irak, Libya, Suriye gibi Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde sürekli olarak camileri, türbeleri bombalaması, namaz kılan masum Müslümanlara intihar saldırısı düzenlemesi İslam bilginleri tarafından bile eleştirilmedi…

Ne vahşettir ki; El Kaide ve IŞİD gibi örgütler “tekbir” getirerek camileri bombalarken, Suriye’de ve Irak’ta topluca kafa keserken kurbanlar da çaresizce “tekbir” getiriyordu… Ve İslam bilginleri can korkusuyla susmayı tercih ediyordu…

***

Vize, emir, infaz!..

Köprülerin altından çok sular geçti… 2000 yılındaki Hizbullah operasyonlarıyla dağılan eski “şakirt”ler daha da radikalleşerek ve “terörün şemsiyesi”ni açan Usame Bin Ladin‘den de etkilenerek Selefiliğe savrulsalar da sonunda enterne edilmekten kurtulamadılar…

Ve onların arasından, bizzat emperyalizmin Müslümanların arasına kanlı bir hançer saplamak için örgütlediği IŞİD de ortaya çıkmasına rağmen, onlar da binlerce Müslümanı katlettikten sonra dağılmaya başladılar…

Peki geriye ne mi kaldı?.. Asıl düşündürücü olan da bu soru zaten…

Çünkü Türkiye’nin 15-20 Kasım 2003’te, İstanbul’da bir konsolosluğa yapılan intihar saldırısıyla adını duyduğu “Selefi” bağnazlığı örgütsel açıdan tüketilse de, ideolojik olarak İstanbul’un ortasında, yine bir “konsolosluk”ta kafa kesmeye devam ediyor!!!

Ne şaşırtıcı değil mi; Usame Bin Ladin’i zenginleştirerek, emperyalizmden çok Müslümanların başına bela eden Suud rejimi, İstanbul’da kendi konsolosluğunda, gazeteci Cemal Kaşıkçı‘yı barbarca katletmekle suçlanıyor!..

Söyler misiniz; insanlara “vize” verilmesi gereken bir diplomasi binasında, “prens”lerin talimatıyla gazetecileri “parçalayarak” katletmekle suçlanan kravatlı IŞİD‘lilerin cirit attığı bir dünyada terör biter mi?..

Amerika istediği kadar “Kaşıkçı’nın diyeti” olarak Suriye’deki PKK’lılar (PYD/YPG) için Suudlar’dan 100 milyon dolar almakla suçlansın; Türkiye, barbarca işlenmiş gazeteci cinayetini uygar dünyaya ders vermek için acilen çözmelidir…

Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz. 

Exit mobile version