Bir ucu kırık bir çöl gibi uzanırken geçmişimin silik izleri doğmayan günlerime, ağlamayı unutmuş göz pınarları misafir şimdilerde gönlüme ; Dalları kurumuş yaprakları toprağa gömülmüş bir ana ağaç misali gönlümün tüm kanatsız kuşları, uçmayı hiç tatmamış yaralı bir serçenin gönlünde yasarken; Guneşi doğmayı unutmuş yıldızları sönük bir gecenin en kuytu köşesinde bir yanlız bankta oturan genç kızın sessiz çığlıkları gibi; okyanusun içinde kimsesiz kalan bir sandalın karaya giderken uğradığı tüm acımasız fırtınalar kadar çok acı tatmışken yüreğim…Simdi bana en beyaz gelinliği verseler bu senin düğünün deseler; şimdi bana en güzel duvağı taksalar bu senin geleceğin deseler; şimdi bana en muhteşem bir gülüşü bahşetseler bu senin çocukluğun deseler; şimdi beni en güçlü kollarla sarsalar bu senin mutluluğun deseler…( Alınan geçmişin, yaşanan ızdırabın ve giden günlerimin dönüşü yokken…)Bir çocuk taşıyor gözlerim bu günlerde, sokak taşına oturmuş misket oynayan mutlu çocukları izleyen ; Bir çocuk taşıyor gözlerim bu günlerde pamuk şekeri yalarken yanakları gözyaşları ile sulanan ; Bir çocuk taşıyor gözlerim bu günlerde üçgen uçurtmasinin pesinde koşarken yere düşüp ezilen düşlerine ağlayan; Bir çocuk taşıyor gözlerim bu günlerde patlayan balonunun parçalarını asfalttan minicik parmakları ile toplamaya çalışan…( Öyle anlar tanıdım ki ömrümde pul kadar değeri olamayanların binlerce mücevhere eş değer tutulduğu…)