Heykeltıraş Müfide Aksoy’un 40. sanat yılına özel açtığı sergi 7-17 Kasım arasında Tophane-i Amire’de sanatseverlerle buluştu. Sergi’de Aksoy’un bugüne kadar yaptığı çalışmalardan bir seçki yer aldı. Sergiyi gezenler Aksoy’un 40 yıllık sanat hayatına tanıklık ederken, Hitit figüründen akrobata, Bremen Mızıkıcaların’dan dans eden Atatürk’e kadar bir sanat ve tarih yolculuğuna da çıktılar. Aksoy sergiye ve sanatına ilişkin bilinmeyenleri Aydınlık’ a anlattı.
■ 40. yıl sergisi nasıl ortaya çıktı ?
Ben zaten belli aralıklarla sergi açıyorum. Biz sanatçılar sergi açmaya kendimizi mecbur hissederiz. Çünkü ancak bu sergilerle insanlara ulaşabiliyoruz. Bu sergi bugüne kadar en çok ilgi gören sergim oldu. Burada 40. sanat yılımı kutluyorum. Özel bir teması yok, daha önceki sergilerimin her birinin bir teması vardı. Mesala biri sirkti, biri Yıldız koyuydu, birisi danstı gibi. 40’ıncı yılda tüm o sergilerim bir araya geldi. Daha önce hepsini bir arada görmemiş insanlara hitap eden bir sergi oldu. Ben bu sergiyi bir şölen gibi görüyorum.
■ Siz esasen ahşap üzerine çalışan bir sanatçısınız burada farklı malzemelerden işler de görüyoruz.
Ben en çok ahşap çalışmalarım üzerinde dururdum. Ahşap çalışmayı severdim. Ama konulara göre çalışmalarımdaki malzeme de değişti. Bazılarında mermer, bazılarında deri kullanmam gerekti. Bazılarının bronzla yapılması gerekti. İfade ediş biçimime göre de malzeme kullandım.
■ Bu sergiye özel eseriniz var mı?
Bu sergiye özel olarak bir hitit kursunu form olarak alıp oradan güncel konuya doğru aktardığım çalışmam var. Davetiyemizin kapağında da o var. Bu çalışmaya özellikle isim koymadım. Çünkü isim koyduğunuz zaman izleyiciyi de şartlandırıyorsunuz. Bunu istemedim ve isim koymadım, İzlemeye gelen kendi düşünceleri arasından çıkarım yapsın.
SİRK HAYATIN KENDİSİ
■ Çalışmalarınız arasında nasıl bir biçimsel fark var?
Tabii ki başlangıçtaki tarzımla bugün geldiğim nokta biraz farklı. Ama yine de bir izlek var. Hareket ve insan olarak bir devamlılık söz konusu.
■ Sergide sirk temasına ait akrobat ve palyaço çalışmaları görüyoruz. Bu tema nasıl gelişti ?
Sirk aslında hayatın ta kendisi. Eğlence mekanından öte, hayatın bir cephesi olarak görüyorum. Orada hayal kırıklıkları, mücadele, bol miktarda hüzün var. İnsanlar oraya gülmeye gidiyor ama palyaçonun yüzündeki ifade hep biraz hüzünlüdür. Orada trajikomik bir durum söz konusu. Sirk benim için o anlamda sevdiğim bir konu. Yine dans temalı çalışmalarım da var burada. Çünkü dans hayatın ritmidir. Herkes bir şekilde müziğe bedeniyle uyum sağlamaya çalışır.
ÇİZEMEYEN HEYKEL YAPAMAZ
■ Serginizde desen çalışmalarınız da var. Desen çalışmalarınızdan da bahsedermisiniz?
Çok seviyorum desen çalışmayı. Çünkü desen heykelin olmazsa olmazıdır. Yani çizemeyen insan heykel de yapamaz bana göre. O çizgiler eskiz anlamına geliyor. Mesala sirk sergisinde bol miktarda çizdim. Tabii burada heykelle bütünleşmeyen Narmanlı Han desen çalışmam da var. Narmanlı Han yıkılmadan önce oraya yakın olan atölyemden gidip çiziyordum. Han sonradan kalmayabilir endişesiyle çalışmıştım. Malesef ki sonradan kalmadı da yıktılar. Mesala oradaki akasya ağacının çiçekli halinin kimse fotoğrafını çekmemiştir. Ama ben onun desenini yaptım. Bu benim için oldukça mutluluk verici. Çünkü ağağcın o hali kalıcı oldu.
KALIBI DÜZELTİP YENİDEN ÜRETTİM
■ Atatürk heykelleri çalışmalarınız nasıl oluştu?
1977’de Tüyap Sanat Fuarı henüz Tepebaşı’ndayken başladı. Galeri Biz ve Yavuz Tanyeli gibi dostlarımızla heykel Atatürk’ler projesini oluşturalım dedik. 10 cm büyüklüğünü geçmeyecek şekilde olsun ve insanların evlerine alabilecekleri Atatürk olsun istedik. O sergide ben dans eden Atatürk’ü yapmıştım. O şimdi ben de yoktu. Bunu bir dostumdan sergi için ödünç aldım. Aynı zamanda Kuvvayi Milliye döneminden çalıştığım bir Atatürk figürü vardı. Onun da biraz bozuk da olsa kalıbı vardı. Kalıbı düzelterek, geçen kış yeniden ürettim. 100 adet üretim sınırı koydum. Şuan burada 7-8 tane var. İsteyen olursa üretirim. Ama dans eden Atatürk daha üretmeyeceğim.
■ Sizin aynı zamanda ‘Biçimin Serüveni’ isimli bir kitabınız var. Burada yansımalarını görüyoruz sanırım.
Çok doğru söylüyorsunuz. O tarih öncesinden günümüze sanatın nasıl, hangi ihtiyaçlarla ortaya çıktığını anlatıyor. Yani sanat olmayıp da ilk başta insanın kendini ifade ettiği çalışmaların zaman içerisinde nasıl estetik bir yol izleyerek, bugün sanat dediğimiz kavrama ulaşmasını araştırdığımız bir kitap.
HEYKEL DİSİPLİNİNİ TANITABİLDİM
■ İlgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi buluyorum. Daha önce sekiz sergi açtım. Sekizinci sergimle bu sergim arasındada 8-9 yıl var. Ders kitabı hazırladığım için sergi çalışmalarına ara vermiştim. Diğer sergilerimde Nişantaşı’nın göbeğinde de olsa tanıdığımızın dışında insanları pek göremiyorduk. Para verip fuarlara gittikleri için insanlar, kişisel sergileri görmesek de olur diye düşünüyorlar sanırım. Ama ben bu sergide bunun tam tersini gördüm. 10-17 arası açıktı burası. Bitime 5 daikaka kala bile gelip sergiyi gezmek isteyenler oldu. Çok güzel sorular soruldu bu sergide bana. Kimi ağacın malzemesini tanıdı. Kimi bronz dökümü üzerine bilgi aldı. Yani heykel disiplinini izleyicinin bir bölümüne tanıtabildiğimi düşünüyorum. Çünkü heykel, müzik, resim, sinema gibi çok fazla tanınan bir dal değil. Ben sergiye olan ilgiden oldukça memnun kaldım.
■ Tecrübeli bir heykeltıraş olarak, bugün heykeltıraş olmak isteyen sanatçı adaylarına söyleyeceğiniz bir şey var mı?
Tabii benim heykeltıraş olmaya soyunduğum tarihle bu tarih arasında çok büyük fark var. 1971’den 2018’e. Şimdi dijital bir çağ yaşıyoruz. Bu çağda malesef internetten bilgisayarından kopmadan yaşıyor insanlar. Biz biraz şovalye ruhluyduk. Şimdiki genç arkadaşlarımda pek onu göremiyorum maalesef. Ama hala bizim gibi olan birisi varsa muhakkak çok çalışması gerektiğini söyleyebilirim. Heykeltiraş olmak sanatla uğraşmak kolay değil. Büyük sorumluluklar gerektiren bir iş.
■ Çalışmalarınız nasıl devam edecek?
Şu atölyemde üzerinde çalıştığım iki tane işim var. Onları bitiriceğim ve onların devamı da gelecek. Çalışmaya devam edeceğim. Çalışmazsak umut veremeyiz. Gelecekten her anlamda umutlu olduğum için üretmeye çalışmaya devam edeceğim. Umudu her zaman sıcak tutmak gerekiyor.
EĞİTİMCİ VE SANATÇI
Müfide Aksoy 1954’te İstanbul’da doğdu. 1971- 1977 yılları arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) Yüksek Heykel Bölümünde Prof.Hüseyin Gezer ve Doç.Namık Denizhan atölyelerinde eğitim gördü. 1976 yılından günümüze dokuz kişisel sergi açtı ve çeşitli karma sergilere katıldı. 1999- 2017 yıllarında İstanbul Kültür Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Ekim 2012’de ‘’Biçimin Serüveni’’ adlı kitabı İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlandı. Aksoy Heykeltıraşlar ve UPSD (Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği) üyesidir. Halen İstanbul Pangaltı’daki atölyesinde heykel çalışmalarına devam etmektedir.