HAKİKAT HAKK’TANDIR 

YIMG_460E36-246380-C399AD-63C846-E41020-79EE69-1

Her hâdisede zuhûr eden, bize şahdamarımızdan daha yakın olan Allah’u Azimüşşan’dır. Allah biz beşer kullarının, inancımızı ve kültürümüzü koruyabilmemiz için bir takım ibretlik hâdiselerle imtihan eder. Etkinin tepkiye eşitliği prensibine göre, cevap alır. Bu, isimlerin farklılığından gelir. Mânen böyledir, yani tasavvufa göre; Hakk’tan başka bir şey yoktur. Ama şer’î açıdan baktığımızda; Kur’ân ve Peygamberin sözleri Hakk’tır, bunun aksine davranmak bâtıldır. O halde Hakk’ı korumak ve sünnete ve hadise uymak lâzım. Peygamber her şeyin Hak olduğunu biliyordu; aynı zamanda bizi kötülüklerden korumak için uyarıyordu.

Bâtıla başvuranlar ezelî nasiplerinde Hakk’ı tanımak olmadığı için, bir anlamda kalpleri mühürlü olduğundan sapıyorlar. Yâhut nefisleri kendilerine hâkim olduğu için, özleri güzel olduğu halde nefsin zaaflarına mâlup olup yanlış yollara sapıyorlar. Nefsini dizginleyemiyorlar. Çünkü nefis zorluğa katlanamıyor. İşte bu nefsine uyan kişinin Hakk’tan uzaklaşması, aslında isminde olmadığı zaman bâtıldır.

İslâm’daki bütün ayrımlar Kur’ân ve hadise göre yapılır veya İnsân-ı kâmillerin onu yorumlayışına göre yapılır. Eğer Kur’ân ve hadise uygunsa, Hakk’tır; ondan uzaksa bâtıldır. Nefis tarafı, yani olmayan vücûdumuz bâtıldır; onun içindeki varolan ruhumuz Hak’tır. Ruha göre hareket edersek, ruhu besleyen hareketler yaparsak, ezelî ve ebedî diri olursak Hakk yolundayız demektir. Ondan uzaklaşır, nefsimize uyar, Allah’la aramıza nefsânî perdeleri koyarsak yaptığımız her hareket bâtıldır demektir. Demek ki İslâm coğrafyasındaki ayırıcı özellik Kur’ân ve hadistir, kişileri de değerlendirirken, ‘Bu doğru mu, bu yanlış mı?’ derken sâdece bir tek şeye bakarız; Kur’ân’a ve hadise uyuyorsa bütün yaptığı hareketler doğrudur, onlardan uzaklaşıyorsa hepsi yanlıştır ve bâtıldır.

İnandıkları halde nefislerine uyup yanlış tercih yapanlar aslında mutlu olmazlar. Bir örnek vereyim; Bizim bir ağabeyimiz mürşidine soruyor: “Arkadaşlarımla meyhanede buluşacağız, bunda bir hatâ var mı?” deyince, hocası diyor ki: “Senin doğru hareket edeceğine güvendiğim için gidebilirsin, fakat orada çok oyalanma”. Fakat ağabeyimiz döndüğü zaman itiraf ediyor: “Ben maalesef, arkadaşlarım çok ısrar ettiği için bir bardak içki içtim” onu duyunca hocası da çok sinirleniyor. Hiçbir şeye sinirlenmeyen, her şeyi hoş gören hoca ‘bir içki içtim’ lafına kıyametleri koparınca, tabii ağabeyimiz de merakla soruyor: “Hiçbir şeye kızmazsınız, inşallah düzelelim diye duâ edersiniz; neden buna bu kadar kızdınız?” deyince, hocası cevap veriyor “Kulun sözünü Allah’ın sözüne tercih ettin, işte bunu kabullenemiyorum” diyor. Yani burada önce ‘Allah’ diyebilmek, önce Allah’ı idrak edebilmek, Allah’a sonsuz muhabbetle bağlı olmak, O’nu üzmemek için hareket etmek gerekir. Yani Allah’ın rızasını kazanmak için çabalamak gerekir.

‘Çağdaşlık’ kavramına gelince çağdaşlık tarifi değişir insanlara göre. Çağdaşlık medeniyet demektir. Manen ve maddeten tekamül demektir. Medine, ‘şehir’ demek; şehir ‘vücûd’ demek ve doğal olarak bu ‘medeniyet’ kökünden de geliyor. Medeniyetin bir vücutta olması için Allah sevgisini, Peygamber sevgisini kalbinin içine yerleştirip ona ‘buyurun’ demesi lâzım. Maalesef bu kavramı yitirdik, biz çağdaşlığı ‘modernizm’ yani bugünkü modern kavramlar olarak algılıyoruz. Bu devre uyduğun zaman çağdaş oluyormuşsun gibi tarif ediyoruz; Hâlbuki alâkası yok. Allah’a ve Peygambere uyduğun ve onların istediği şekilde yaşadığın zaman medenî ve çağdaşsın, uymadığın zaman da gayrı medenîsin. Kalbi sökülmüş bu çağın ve hakikatten uzaklaşmış bir toplumun ne inancı ne ümidi, ne de medeniyeti kalır. Bize göre asıl medeniyet gönül medeniyetidir.

İnsanların kurtuluşu tek bir şeye bakar; o da Peygamberin yolundan gitmektir. Çünkü Peygamber’in adı ‘hidâyet’tir, şeytanın adı ise ‘delâlet’tir. Peygamberin yolundan gider, nefsimize uymazsak o zaman mutlaka hidâyete ereriz. Nefsi terbiyede bir kâmil insan rehberlik yapmalı, bunları senin hayatına göre yorumlamalı. Mesela ben iyilik yapmayı çok seven bir çocuktum, fakat annem olan hocam bana: “Artık sen iyilik yapma, çünkü her yaptığın iyilikte kendini görüyorsun. Sen iyilik yapmıyorsun, nefsini besliyorsun” dediği için, bir süre kendimi terbiyeye çektim. “Ben namaz kılıyorum, şu kadar kılıyorum. Sen ne kadar kılıyorsun?” dediğiniz zaman, o namazın mahiyeti değişir ve sana faydası olmaz. Yazımızı Hocam Ken’an Rifâî’nin sözüyle noktalayayım: Hocam “Bir insana Allah ve Peygamber aşkı aşılamak, Güneş’i Batı’dan doğurmaktan daha önemlidir” diyor. Sevgili kardeşlerim Allah bizi o doğru yoldan ayırmasın vesselam.

 

Cemalnur SARGUT 20 Eyl 2018

Bu köşe yazısı Türkiye’nin en genç gazetelerinden Yeni Birlik’te yazılmıştır. Eğer köşe yazarının yazısıyla ilgili düşüncelerinizi paylaşmak istiyorsanız aşağıdaki yorum kısmından yazabilirsiniz.

Exit mobile version