23 Temmuz 1908 Perşembe günü, Manastır’da toplar atılarak, büyük merasimlerle Hürriyet yani II. Meşrutiyet ilan ediliyor. Selanik ve Resne’de büyük bayram 24 Temmuz 1908 günü kutlanıyor. Resne köylüleri şehre doluyor. Alanlar; “yaşasın ordu, yaşasın İttihat ve Terakki Cemiyeti, yaşasın millet, yaşasın hürriyet, müsavat, kardeşlik, adalet” sözleriyle çınlıyor. Rumeli’de başlayan bu heyecan ve mutluluk tüm ülkeye yayılıyor. II.Meşrutiyet’in ilanı başta İstanbul, İzmir, Konya, Diyarbakır, Erzurum, Adana, Samsun, Trabzon, Bursa olmak üzere birçok il ve ilçede günlerce büyük gösterilerle kutlanıyor. Cezaevlerindeki siyasi tutuklular serbest bırakılıyor. Böylesi yaygın ve heyecanlı sevinç gösterileri, halkın 1908 Devrimine katılımını, desteğini ortaya koyuyor.
Mutlakiyetçi düzenin çöküşü adaletsizlikten bıkmış olan halkta haklı bir rahatlama ve sevinç yaratıyor. Trenle Selanik’e gelen Enver ve Niyazi Beyleri karşılayıp kutlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önderi Talât Bey, “İşte kahraman-ı hürriyet, yaşasın Enver yaşasın Niyazi” sloganıyla onları halka tanıtıyor, alkışlatıyor. Bilindiği gibi 1908 Hürriyet Devrimi’nin dağa çıkarak, ilk isyan ateşini yakanlar Resneli Niyazi ve Enver Beylerdir.
Bu zafer, Genç Türklerin yanı sıra onların ataları olan Genç Osmanlıların da ısrarlı mücadelelerinin başarısıdır. Nitekim Hürriyetin ilanının ilk gününden itibaren Mithat Paşa’nın ve Namık Kemal’in resimleri duvarları ve vitrinleri süsler.
Doğan Avcıoğlu 1908’in toplumsal temeline dikkat çeker. “Hareket, yalnızca bir subay ve aydın hareketi olarak kalmamakta, ekonomik hayatta paşalar ile Rum ve Ermeni zenginlerinin kurdukları tekeli yıkmaya azimli bir ticaret burjuvazisi tarafından desteklenerek, bir toplumsal temele oturmaktaydı.”
Araştırmacı, yazar Arda Odabaşı, 1908 Jön Türk Devrimi ile açılan II. Meşrutiyet dönemini, “Türkiye’de hayatın her alanında köklü dönüşümlerin yaşandığı bir tarihsel kesit” olarak değerlendiriyor. Arda Odabaşı, tahlilini örnekler vererek güçlendiriyor, zenginleştiriyor: “Değişik fikir akımlarının ortaya çıkıp geliştiği, çok sayıda siyasi parti ve derneğin kurulduğu, basın-yayın alanında gerçek bir patlamanın yaşandığı, aydınların ve kitlelerin siyasileşme sürecine girdiği bir dönem söz konusudur. Kadın hareketi bu yıllarda istim almış, işçi hareketi tarihimizdeki ilk büyük kabarışını yaşamış, gençlik ön plana, gerçek anlamıyla ilk kez bu dönemde çıkmıştır. Diğer bir deyişle, toplum fikir üretmeye, örgütlenmeye, dillenmeye, mobilize olmaya (hareketlenmeye), gençleşmeye girişmiştir. Burjuva demokratik karakterdeki siyasi devrim ile birlikte toplumsal devrim de işaretlerini vermeye başlamıştır. Türkiye’de 23 Temmuz 1908’den sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştır.”
‘İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİM MİDİR’ TARTIŞMASI
Bazı tarihçiler 1908’i “Anayasal rejimin kuruluşu” dolayısıyla bir reform hareketi olarak adlandırıyorlar. Oysa bu dönemde köklü toplumsal, siyasal ve ekonomik değişimler yaşanmıştır. Bu konudaki birikimiyle tanınan tarihçi Sina Akşin bu tartışmayı şöyle değerlendiriyor: “II. Meşrutiyet’in 100’üncü yıldönümü nedeniyle Siyasal Bilgiler Fakültesinde, büyük bir kongre düzenledik. Beni komisyon başkanı yaptılar, yabancı bilimadamları da geldi. Değişik konularda 79 bildiri vardı, bazı katılımcılar gelemediği için 60 sunuş yapıldı. En çok tartışılan konulardan biri: ‘II. Meşrutiyet devrim miydi?’ meselesi oldu. Bizim İkinci Cumhuriyetçilerimiz devrimi sevmiyorlar. Atatürk Devrimi’ni ve II. Meşrutiyet’i devrim olarak kabul etmiyorlar. Bana göre, ikisi de devrim. Devrimi tarihten çıkarmak isteyenler diyorlar ki: ‘şu oldu, bu oldu…’ Sanki hiçbiri aman aman bir olay değilmiş gibi. İngilizce’de bir deyim var: ‘The straw that broke the camel’s back’ yani ‘Devenin belini kıran çöp’ Sırtına saman çöpleri yığılmakta olan bir deve tasavvur edeceksiniz, her çöp onun yükünü ağırlaştırmaktadır. Fakat son bir çöp vardır ki o koca devenin belini kırar. O ana kadar deveniz vardır, o anda deve yok olur. Türkçemizde de ‘Bardağı taşıran son damla’ deyimi sanırım aynı düşünceyi dile getirmektedir. İşte devrim, devenin belini kıran o son çöp oluyor ve tarihin bunu işaretlemesi, altını çizmesi lazım. Yani ondan sonra başka bir durum ortaya çıkıyor. Devrimden sonra sular başka türlü akmaya başlıyor.
“Kongrenin sonunda bir açık oturum yaptık, orada sizin de hoşunuza giden benzetmeyi kullandım: Devrimi görmek istemeyenleri Marilyn Monroe’nun yanağına, mikroskopla bakanlara benzettim. Orada yağ keseleri, tüyler falan görüyor fakat o arada Marilyn Monroe’nun güzelliğini göremiyor. Olmaz böyle şey. Tarihin, tabii ağaçları incelemesi ama ormanı da gözden kaçırmaması lazım… Marilyn Monroe da güzel bir kadındır. Devrimi göremeyince işin ruhunu elden kaçırıyorlar.” (Bilim ve Ütopya dergisi, İz Bırakanlar dosyası, Sina Akşin söyleşisi, Ekim 2010, Sayı: 196.)
1908 DEVRİMİ’NİN ULUSLARARASI ÖNEMİ
1908 Devrimi’nin ilham kaynağı tüm dünyayı sarsan 1789 Fransız Devrimidir. 1908 Devrimi, 1876 Birinci Meşrutiyetin devamıdır. Milli ve demokratik bir devrimdir. Kendinden önceki devrimlerden; 1905 Rus, 1906 İran devrimlerinden doğrudan ve dolaylı olarak etkilenmiş; ayrıca 1909 İran, 1911 Çin devrimlerini de etkilemiştir.
1908 Devrimi tarihçilerce, kalıcılığı ve etkileriyle; 1905 Rus, 1909 İran, 1911 Çin devrimlerinden, daha başarılı bir devrim olarak değerlendiriliyor. İran’da ilk meclis Ekim 1906’da açılıyor ama uzun ömürlü olmuyor. Büyük mücadelelerden sonra 1909’da İran’da Meşruti yönetim yeniden ilan ediliyor.
Bizde devrimin öncüleri aydınlar ve askerlerdir. İran’da ise bizden farklı olarak din adamları önder konumlardadır. Birbirine yakın tarihlerde devrim yaşayan Türkiye, İran ve Çin yarı-sömürge durumunda olan üç Asya ülkesidir. Ayrıca bu üç ülkenin önemli diğer bir ortak özelliği büyük imparatorluk mirasına ve köklü uygarlık birikimine sahip olmalarıdır. Bu özellikleri yani devlet geleneği ve bağımsız yaşama birikimi, onların devrimlerinin güç aldığı kaynaktır.
TEMEL FARK
İttihat Terakki Hareketi ile Kemalizm arasındaki temel fark neydi? Sina Akşin bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “İttihat Terakki, milli demokratik devrimi gerçekleştirmek için yola çıkmıştı. Atatürk de aynı şeyi yapmak istiyordu. Tabii arada büyük farklar var: İttihat Terakki, bunu meşrutiyet düzeni içinde -yani padişahlı bir düzen içinde- yapmaya çalışıyordu. Başaramadı. Savaş yenilgiyle bitti. Daha radikal çözümler gerekli oldu. Atatürk cumhuriyetçiydi, padişahlığa karşıydı. Zaten Padişah vatana ihanet ederek kendini devre dışı bıraktı. Padişah, ağalık düzeninin doğal lideri… Ayrıca Batılılar Sevr Antlaşması ile baklayı ağızlarından çıkarmış oldular. Bu da durumu çok değiştirdi ve radikalleştirdi. İttihat Terakki ile Atatürk’ün hedefleri aynı olmakla beraber, değişen koşullar çok daha köktenci yollardan gidilmesi zorunluluğunu doğurdu.”
Doğu Perinçek de ülkemizde Meşrutiyetler ile Cumhuriyet arasındaki kopmaz bağa işaret ediyor: “Kemalist Devrim, bir bakıma 1908’de başlar ve onu izler. (…) Meşrutiyetler Sultanlıkla mücadele hareketiydi. Ama o Meşrutiyetçiliğin içinde bir Cumhuriyet seçeneği vardır. Hayat, bir süre Meşrutiyetlerin yetersizliğini ve hatta çaresizliğini ispatlamak için yürüdü. Tecrübeler, deneme ve sınamalar, Meşrutiyet’in çıkmazlarını gösterdi ve Cumhuriyet seçeneğini büyüttü.”
Mustafa Kemal Atatürk’ün Birinci ve İkinci Meşrutiyetlere ilişkin değerlendirmesi ise şöyledir: “Eğer Meşrutiyetler olmasa idi, Cumhuriyet olamazdı. Resneli Niyazi gibi Meşrutiyet önderlerine çok şey borçluyuz!..”
Kaynak : Aydınlık
İlgili Genç Türk Devrimi 110 yaşında haberiyle ilgili sizde görüşlerinizi yazarak gündeme dahil olabilirsiniz.