Fırçası ateş boyası kumaş

Fırçası ateş boyası kumaş

Sanatçının, ateş ve kumaş ile ürettiği tekniği İran’da kültür kurumları tarafından teyit edildi ve UNESCO’ya gönderilmek için seçildi. Saadi’yle, tekniğine, sanatına ve yaşamına ilişkin merak edilenleri konuştuk

İstanbul Beşiktaş’taki Art Parisa Galeri, İranlı sanatçı Ahad Saadi’nin, ‘MEHR’ başlıkı sergisine ev sahipliği yapıyor. Ünlü sanatçı kendi oluşturduğu tekiğinde, boya ve fırça kullanmadan renkli kumaşları birbirinin üzerinde yakarak tablolar ve üç boyutlu eserler yaratıyor. ‘Azarnegari’ adını verdiği tekniği, İran’ın başkenti Tahran Milli Kültür Bakanlığı uzmanlarının onayıyla teyit edilmiş ve yeni tarz olarak tanınmış, İran Milli Değerli Eserler Kurumu’nda resmi eser kaydına geçmiştir. Teknik, Tahran’da Milli Kayıt ve Tahran UNESCO Kurumu Başkanlığı tarafından, Fransa UNESCO kurumuna gönderilmek üzere kayıt için seçilmiştir. Sergide Saadi, eserlerini üç ana başlık altında topluyor. İlki İran’ın eski kültüründen olan desenlerinden ilham alınarak modern bir şekilde tasarlanmış minyatür ve tezhip çalışmaları, ikincisi kaligrafi ve modern hat çalışmaları, üçüncü olarak ise son yıllarda ağırlık verdiği üç boyutlu eserleridir. Saadi, 24 Şubat’a kadar görülebilecek serginin merak edilenlerini Aydınlık’a anlattı.

Sanatçı olarak kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Bana göre bir sanatçının, sanatçı olabilmesi için kalem yeteneği tek başına yeterli değildir. En önemlisi sanatçı bir felsefe taşımalıdır. Günümüz modern yaşamında yeni fikirler üretmeksizin kurulu düzene itaat etmeniz beklenir. Ama sanatçı özgürdür, tek başınadır. Bu yüzden içinde her zaman bir filozof tohumu barındırır. İşte o tohumu yetiştirenler asıl sanatçı olur ve içten zenginleşmeyi başaran sanatçılar günün sonunda dünyayı değiştirmeye başlarlar. Benim sanatımla vermek istediğim en büyük mesaj ve eserlerimin ana teması her zaman için sevgi, aşk, barış olmuştur. Bir sanat eseri bazen görenleri ağlatacak kadar duygu barındırabiliyor. İnsanlar senin vermek istediğin mesajı aldığında o duygusallığı yakalayabiliyor. O yüzden eserlerimin her zaman bir mesaj taşımasını önemsemişimdir. Ve karşılığını bu şekilde gördüğümde bu mesajı yansıtabildiğim için kendimi çok mutlu hissediyorum.

TEKNİĞİM DÜNYA ÇAPINDA KAYITLARA GEÇECEK

Size özgü olan Azarnegari tekniğinizden bahsedermisiniz? Bu tekniğin ortaya çıkışında size ilham olan şey neydi?

Ben 1990 senesinden bu yana Azarnegari üzerinde çalışıyorum. Küçükken babam kumaş işiyle uğraşıyordu. Bu nedenle ben de kumaşlarla haşır neşir bir çocukluk geçirdim. Kumaşlar yandıklarında aldıkları şekiller ve birbirlerine yapışmaları bana çok ilginç gelmişti ve o zaman A5 boyutunda küçücük bir iş yapmıştım. Annem ve babam ortaya çıkan eseri çok sevdiler ve ordan cesaret alarak bugünlere kadar geldim. Ortaya çıkardığım bu tekniğin kimseyi çağrıştırmayan, özgün ve özel bir ismi olmasını arzu ettim. Üzerinde baya düşündükten sonra farsça “ateş” anlamına gelen “azar” sözcüğü ile “çizim yapmak” anlamına gelen “negari” sözcüklerini birleştirerek “ateşle çizim yapmak” anlamına gelen ve yine bana ait olan “Azarnegari” sözcüğünü türettim. Azarnegari ismi yaptığım işin ruhunu çok iyi yansıtıyordu. Ateş, İran kültüründe ve Zerdüştlükte önemli bir simgedir ve aslında yaşam kaynağıdır. Azarnegari eserlerimde herhangi bir boya, fırça veya kalem kullanmıyorum. Eserlerim tamamen küçük parçalar halindeki kumaşların yakılarak birbirlerine yapıştırılmasıyla ortaya çıkıyor. Bu işe ilk başladığımda tüm enerjimle, bu tekniği nasıl geliştirebilirim, üstüne ne koyabilirim ve nasıl daha güzel hale getirebilirim konusu üzerinde çok odakladım. Emeklerim ve çalışmalarım sonucunda Azarnegari İran Bilim Bakanlığı ve uzmanlar tarafından yeni bir tarz olarak onaylandı ve İran Milli Kütüphanesi’nde kayda geçti. 2014’te avukatımız İstanbul’da patentini aldı. 2016’da İstanbul Üniversitesi Rektörlük binasında yapılan sergimizi İran Bilim Bakanı ziyaret etti, çok güzel yorumlarda bulundu ve bu tekniği hem İran’da milli olarak hem de uluslararası alanda Unesco’da benim adıma kayda geçireceklerini söylediler. Bir ay önce de İran Parlementosu’ndan dört değerli milletvekili bir başka sergimi ziyaret etti ve benzer konuşmalar yaptılar. Tahran’daki halkla ilişkiler kolumuzda bunun için elinden geleni yapıyor. Umuyorum ki en kısa zamanda Azarnegari dünya çapında kayıtlara geçecek.

İKİ KÜLTÜRÜ YAKINLAŞTIRMAK İÇİN GALERİ KURDUK

Sizce sanatın ve sanatçının ülkeler ve milletleri birbirine yakınlaştırma ve ilişkilerini güçlendirme noktasındaki rolü nedir?

Sanatçı tabii ki bir ülkenin en önemli kültür ateşesidir. İstanbul’a ilk geldiğimiz yıllarda arkadaşlarımız İran’da Arapça mı konuşuluyor diye soruyordu. Çok şaşırıyorduk. Ama daha sonra alıştık. Çünkü farkettik ki iki komşu ülkenin birbiri hakkında hiç bilgisi yok. Gözümüz, merceğimiz hep Batı’nın üzerinde. İranlı ve Türk sanatçıları galerimizde ağırlayarak iki kültürü yakınlaştırmayı, dostlukları pekiştirmeyi hayal ederek, özellikle eşim Parisa Hanım’ın özveri ve emekleriyle Art Parisa Galeri’yi hayata geçirdik. Geçenlerde Tebriz’den Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı galerimizi ziyaret ettiğinde de benzer şeyleri konuştuk. Türk sanatçıları İran ile, İranlı sanatçıları Türkiye ile tanıştırmak ve bu sayede iki ülke arasındaki bağları güçlendirmek bu yollarla mümkün. Bizim açtığımız sanat galerisinin de temel amacı bunu sağlamaktı. Ben Türkiye’yi kendi ülkemden ayrı tutmuyorum. Sekiz senedir İstanbul’da yaşıyorum ve Türkiye’yi de kendi ülkem gibi hissediyorum. Burada kendimi yabancı hissetmiyorum. Aslında kültürümüze, aile ilişkilerimize hatta mutfağımıza bile baktığınızda bir çok açıdan aynı olmasak da çok yakınız.

ALGI YARATILIYOR

Batı Asya’nın en derin kültürlerinden ve en eski medeniyetlerinden biri olan İran sizce geleneksel veya çağdaş sanatta dünyada hak ettiği yerde mi?

Dünya üzerinde oturmuş ve herkes tarafından kabul edilen bir düzen var. Şimdi baktığımızda İran’ın müze eserlerinin yüzde 60’ı Avrupa ve Amerika’da, gerek oraların müzelerinde gerekse şahsi kolleksiyonerlerinde bulunuyor. Yani dünya bizim sanatımızın zenginliğini inkar edemiyor. İnkar edemezler çünkü müzelerinden İran ve Batı Asya eserlerini çıkarttığımızda inanın ki geriye birbirinin kopyası işlerden başka hiçbir şey kalmaz. Ama maalesef İran gibi, Afganistan gibi, Türkiye gibi zengin kültürlerin ileriye gitmesini, yeşermesini engellemek için sürekli parazit gönderiyorlar. Bir film içinde, bir espiri içinde, bir kitap içinde farkettirmeden insanlara bu fikirler enjekte ediliyor. Sadece dışarıdan gelen bakış açılarını değil kendimize bakışımızı bile etkiliyor. Ülkemizin gençleri Avrupa ya da Amerika hayranlığı içinde kendi kültürlerini hakir görüyorlar. Medya çok tehlikeli bir silah olarak kullanılıyor. Aynı güç sanat anlayışı üzerinde de kullanılıyor. Geçerliliği olan bir ressam olmak için Avrupa ya da Amerika onayından geçmek zorunluluğu varmış gibi bir algı yaratılıyor. Avrupa’nın, Amerika’nın modern sanat adı altında önümüze sunduğu işlere baktığımızda ise içi boş, derinliği olmayan, yozlaşmış eserler baş yapıt gibi lanse ediliyor. Modern çağın çok özel ve derin sanatçıları da var tabii ki ama maalesef çok azınlıkta. Sanatçı her şeyden önce aydın olmalı, dünyaya ışık tutmalı. Mesajı olmayan sanat ise sadece teknikten ibarettir.

 

Exit mobile version