Hafta içi, Yükseköğretim Akademik Yılı Açılış Töreni üniversite rektörlerinin de katılımıyla Beştepe’de gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’deki yükseköğretimin vaziyeti hakkında pek çok veriyi, “keyfiyet-kemiyet” hususuna vardırarak, kamuoyuyla paylaştı.
Cumhurbaşkanı, özetle şunları söyledi: “Türkiye yükseköğrenim sistemi bugün gerçekten çok ileri bir seviyede bulunuyor. Ülkemizde faaliyet gösteren 205 yükseköğrenim kurumumuzda 7 milyon 611 bin öğrencimiz bulunuyor. Almanya’daki üniversitelerde 3 milyon öğrenci var. Bizde ise hamdolsun, 8 milyona yakın. Keyfiyet-kemiyet noktasında bir sıkıntımız var. Dünyadaki ilk 500’ün içine iki üniversite değil, bu üniversitelerin sayısını çok daha artırmamız lazım. Onun için ben hocalarımdan özelikle bunu istirham ediyorum. Biraz daha gayret. Biraz daha gayretle inşallah bizler bu ilk 500’ün içine çok sayıda üniversitelerimizle girelim ve adımızı oraya da çok daha farklı bir şekilde yazdıralım…”
Özetle, kemiyet ile övünerek başlayıp, keyfiyet eksikliğinin kabulü ile sona eren bu konuşmadan hareketle; Türkiye’deki yükseköğretimin vaziyetine birlikte bakalım…
Öncelikle belirtmek gerekir ki bu iki kelime, “nitelik ve nicelik” kelimelerinin Arapça kökenli anlamdaşları…
Türkiye’de nitelik ve nicelik
İstanbul, Gazi, İnönü gibi köklü üç üniversitemizin parçalanmasının gündeme geldiği günlerde, 24 Nisan 2018 tarihli yazımın başlığı “Üniversitelerin sorunu nicel değil, nitel!” idi ve yazımda şu soruları soruyordum: “Mevcut üniversitelerin durumu nedir diye bir bakmadan, kalite, standartlar ve ihtiyaçlar hiç düşünülmeden bu sayısal artırım doğru mu?… İlla bir şey yapılmak isteniyorsa, bunun mevcut ihtiyaca göre ve eğitim kalitesini arttıracak doğrultuda atılan adımlarla yapılması gerekmez mi?”
Bu soruları sorduğum sıralarda Türkiye’de 185 üniversite vardı. Yazının üzerinden henüz 6 ay bile geçmemişken üniversite sayısı 205’e yükseldi.
O günde demiştim; ‘Üniversite sayısı en hızlı artan ülkeler’ sıralaması olsa, yüksek ihtimalle birinciliği kimselere bırakmayız.
Ama ne yazık ki diğer sıralamalar için aynısını söyleyemeyeceğim…
Uluslararası akademik dünyada kabul gören verilerde, Türkiye pek çok kategoride yapılan ülke sıralamalarında olduğu gibi 16-21 bandından kurtulamıyor.
Dünyanın ilk 500 üniversitesi arasında Türkiye’den 2 yükseköğretim kurumu bulunuyor.
(Kıyaslama yapılan Almanya ise, yükseköğretimde dünya sıralamalarında ilk 5’te ve ilk 500’de 44 yükseköğretim kurumu bulunuyor.)
Dünya sıralamaları, üniversitelerin bilimsel üretkenlikleri makale ve atıf sayıları üzerinden yapılan değerlendirmeler kıyaslanarak yapılıyor. Türkiye’de son yıllarda üniversite sayısında artış gözlense de, bilimsel üretkenlik konusunda oldukça yetersizlik mevcut.
Şu şekilde izah edeyim… Pek çok listede başı çeken ABD yükseköğretim kurumlarından son 20 yılda 10 milyona yakın atıf yapılabilen belge yayımlanmış. Aynı süre zarfında, Türkiye’de yayımlanan atıf yapılabilir belge sayısı ise 500 bin civarı.
Oysa bilimsel üretkenlikle gelişmişlik arasındaki bağlantıyı, pek çok sıralamada baş sıralarda yer edinen ABD, Çin, Kanada, Rusya, Almanya gibi ülke örneklerinden pek ala anlamak mümkün.
Ve bizim açımızdan tokat gibi olan gerçek ise, bu ülkelerin başarılarında bizden göçen beyinlerin katkılarının olması. Yükseköğretim kurumlarında özgürce bilimsel çalışmalar yapılacak ortamın oluşturulması ve bu kayıpların önüne geçilmesi gerekiyor.
Özetle şunu diyebiliriz ki, mesele sayılar değil, mesele kalite. Peki, Türkiye bu kaliteyi tutturamaz mı? İstenirse neden olmasın!
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.