Doruk Şengezer’den konuşulacak açıklamalar

Doruk Şengezer'den konuşulacak açıklamalar
Sizi biraz tanıyabilir miyiz, anlatır mısınız?

Tabii.  26 Ocak 1983 Bursa doğumluyum. Üniversiteyi kazanıp yuvadan uçana kadarki ömrüm de Bursa’da geçti. Ailem hâlâ orada olduğundan doğduğun şehirden kopmaması da güzel hissettiriyor insana. Yaklaşık 12 sene kadar profesyonel olarak basketbol oynadım. Sonrasında basketbol hakemliği yaptım ve oyunculuk sevdası boy gösterince spor hayatı son buldu. Sakin ve uslu bir çocukluk geçirdim denilebilir. Sonrası konservatuvar için başlayan mücadele halleri ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi devlet konservatuvarıyla oyunculuk yolculuğu.

Oyunculuk kariyeriniz nasıl başladı? İçinizdeki o ateşi ilk kim yaktı?

Aslına bakarsanız genel hikayelerin biraz dışında oldu sanırım. Hani bir tiyatroya gidersiniz  ya da bir film çok etkiler de merak sarar oyunculukla ilgili. Sonrası okul tiyatrosu falan. Bende durum, küçükken sorulan o meşhur ‘Büyüyünce ne olacaksın?’ sorusuyla başladı. Çünkü ben küçükken evimizin penceresinin baktığı sokaktan geçen çöp arabasını gördükçe, çöpçü olmak istiyordum. O abilerin, çöpü attıktan sonraki hareket halinde olan kamyona hafif koşarak zıplayıp tutunması çok havalı geliyordu. Sonra sonra, önce itfaiyeci, sonra polis, sonra avukat, iş insanı darken, bir gün dedimki ben bunların hepsini olamam, çünkü herkesin bir mesleği var. Peki nasıl farklı farklı mesleklerin insanıymışım gibi olurum dedikten sonra, o iyi mi kötü mü olduğunu bilmediğim cümle çıktı ağzımdan… Oyuncu olursam hepsini yapabilirim. Hikayem böyle başladı. Bir yeteneğim olup olmadığını bile bilmeden, daha önce hiçbir tecrübe edinmemiş garip bir cesaret haliyle. Içimdeki o ateşi birilerinin yakmasından çok, hayatımda önemli izleri olan çok saygı değer ustalarım oldu. Bu mesleğin ahlakını ve en önemlisi sabrını kendimde bulabilmem için. Bu değerli kişilerin başında, daha 17 yaşımdayken bana oyunculuk mesleğinin, icraa etmenin dışında bir duruş ve kişilik meselesi olduğunu öğreten Şemsi İnkaya. Sonra okul sürecimle birlikte hayatıma dokunan kıymetli hocalarım ve çok iyi oyuncu sanatçı oldukları konusunda herkes tarafından kabul görmüş; Ali Düşenkalkar rahmetle andığım Ergin Orbey ve bir sürü güzel insandır.

Hep derler ya, başka ne iş yapardım bilemiyorum… Siz oyuncu olmasaydınız ne yapardınız? Başka bir hayaliniz var mıydı?

Eminim herkesin birden fazla hayali vardır. Ama zaman ve edinilen tecrübe insana hayallerini şekillendirme imkanı veriyor.  Bu soruyu daha önceki zamanlarda sorsaydınız, ilk göz ağrım basketbol ile ilgili bir cevabım olurdu. Ya da psikolog olmayı çok isterdim demişliğim vardır, oyunculuk harici ne yapmak isterdin diye sorduklarında. Çünkü insanı dinlemek ve anlamaya çalışmak, bazen anlatmaktan daha doğru geliyor bana. Aslına bakarsanız bu meslekte bir karekteri anlatabilmeniz için önce çok iyi bir dinleyici olmanız lazım. Sanırım bu da kendimce tabi ki beni izleyen değerli seyircilerin takdiridir. Çünkü onlar sizi siz yapandır bir noktadan sonra. Doğru mesleği seçtiğimi söyleyebiliriz.

Biraz da son projeniz “Savaşçı” dizisinden bahsedelim. Nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?

Şu an Türk televizyonlarındaki diziler içinde gerçekten önemli bir yere sahip, çok keyifli ve başarılı bir projenin içinde olmak inanılmaz mutluluk veriyor.  Ben bildiğiniz üzere, daha önce de askeri bir dizide yer aldım. Sakarya Fırat dizisinde 96 bölüm süren askeri kanatta olduğum bir serüvenim olmuştu. Fakat bir oyuncu olarak kötü karakter diye adledilen bir rolü canlandırmak bambaşka bir yolculuk oluyor benim için. İşin daha hoş yanı, hem Sakarya Fırat’ta hem Savaşçı dizisinde aynı usta kalemin yani  kıymetli senaristimiz sayın Süleyman Çobanoğlu’nun hayal ettiği tam ters tarafta yer alan karakterleri canlandırmaya çalışmak inanılmaz bir keyif ve heyecan gerçekten. Böyle iddalı ve seyircisini her bölüm ekrana kilitleyen bir işte yer alıyor olmak, size güven duyulduğunu hissetmek çok onur verici gerçekten.

Set ortamınız nasıl geçiyor?

Çok keyifili kocaman bir ekiple çalışıyoruz. Yönetmenimiz Doğan Ümit Karaca ve 2. yönetmenimiz Volkan Kapkın eşliğinde her birim birbiriyle gerçekten uyum içinde. Takdir edersiniz ki yaptığımız iş, hem doğasından hem de ekstradan bizim projemizin çekim alanlarının zorluğundan dolayı epey meşakkatlı ve yorucu olsa da, ekibiniz ve set ortamınız keyifli olunca bazı noktalar sadece tefarruat oluyor. O da işin cilvesi olsun diyelim.

Oyuncuların, karakterlerine hazırlanma süreçleriyle ilgili neler düşünüyorsunuz? Sizin özel çalışmalarınız oluyor mu?

Tabii ki her oyuncu gibi yeni bir rol geldiğinde, o karakterle bir tanışma haliniz oluyor. Burada benim için aslolan durum birbirimizi doğru tanıyabilmek. Benim karakteri doğru analiz edip ona öyle gitmem lazım ki, o da benim bünyemde var olmayı kabul etsin. Bazen maalesef çok hızlı süreçler yaşıyoruz bir karakteri ortaya çıkartmak adına. Bu da sektörün yani televizyon için konuşuyorum, içinde bulunduğu tüketim algısından dolayı. Yapılan işlerin kalitesi, bir lokmada koca bir tabak yemeğe not vermeye döndü ülkemizde. Bu da cast sürecinden başlayıp rolü oynayacağınız ana kadar hep bir maratonda devam ediyor. Herkese hak veriyorum. Çünkü kimilerine göre oyuncu dediğin, hadi dediğinde hemen o karakteri çıkartır oynar. Keşke öyle bir formül olsa da bazı eğitimlere gerek kalmasa değil mi.

Bazı karakterler hep aynı oyunculara gider. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Sinema veya dizilerde, “kötü” veya “iyi” karakterlerine yakıştırılmak bir oyuncu için avantaj yaratır mı veya olumsuz tarafları nedir?

Yani Türk sinemasında uzun yıllar önce komedi sonra kötü adamı oynayıp, sonra iyi aile adamını oynayan birçok aktör oldu. Ve dedik ki seyirci olarak, vaayyy ne harika oyuncu ve oyunculuk. Dönemler bazı şeyleri gerektirir. Ben bir oyuncu için iyi veya kötü karakter ayrımı yapmıyorum. Tabii ki oyuncunun da kendini daha iyi, daha rahat hissettiği roller vardır. Bunu bir projede yansıttığında izleyici gözünde güzel bir algı yakalar ve genelde sonra gelen roller de bunun üzerine olur. Çünkü az önce de dediğim gibi, sektör bazı sebeplerden dolayı çabuk tüketmeye meyilli olduğu için, yapımcı da, bazen oyuncu da risk almak istemez ve olanı sunup beğeni durumunu garanti görmeye çalışır.  Ülkemiz de empati inanılmaz güçlü. Bundan dolayı iyi bir karakter oynuyorsanız aileden oluyor, kötü bir karakter oluyorsanız bazen yemediğiniz laf kalmıyor, hatta saldırıya bile uğrayabiliyorsunuz. Bu işinizi çok iyi yaptığınızdan dolayı ise harika. Ama empati durumundan ötürü olunca malum dezavantazları da ortada.

Hayalinizdeki proje sizi yakaladı mı?

İçeriğini samimi bulduğum, bir derdi olan her proje hayalimdeki olabilir. Ama tabii sinema yapmak esas hayalim olduğu için henüz daha karşılaşmadık sanırım.

Rol model veya sahneyi paylaşmak istediğiniz oyuncular kimlerdir?

O kadar çok var ki. Ama ilk akla gelen isimler; Şener Şen, Metin Akpınar, Uğur Yücel.

Oyuncunun kendini geliştirmesi gereken alanlar nedir? Siz kendiniz için neler yapıyorsunuz?

Oyuncunun malzemesi bedeni ve beynidir. Öyle dar alana maalesef sıkıştıramam geliştirmesi gereken şeyleri. Çünkü gelişim hiç bitmez. Bir oyuncunun, oyuncu olabilmesi için içindeki çocuğu öldürmemiş olması gerektiğini düşünüyorum. Siz çocuğunuzun gelişimi için her şeyi yapmaz mısınız?

Bundan sonraki hedefleriniz nedir?

Hedefim her zaman bir sonraki projeme adım atarken, dönüp arkama baktığımda gururla taşıyabildiğim işlerde yer almaktır. Tabii ki şartlar ve doğru oluşumlar içinde olarak önce güzel sinema filmlerinde yer almak. Sonrasında başka başka projelerim de var tabii yine sahne ile alakalı.

Set dışında zamanınızı nasıl değerlendirirsiniz?

Film izlemeyi çok seviyorum. Genelde film izleyerek geçiriyorum. Sanırım mesleki deformasyon. O oyuncu bu filmde ne yapmış, yönetmen nasıl çekmiş. Bir de yazmayı seviyorum fırsat buldukça bir şeyler karalayabilmek güzel hissettiriyor.

Dizileri takip edebiliyor musunuz? Ne düşünüyorsunuz?

Pek sağlam bir izleyici olduğum söylenemez yerli diziler konusunda. Çok kaliteli işler var malum. Fakat dizi sürelerinin artık gerçekten kendini aşması, senaristlerden oyunculara, yönetmenden seyirciye kadar gerçekten çok zor bir durum yaratabiliyor. Daha minimalde, daha sağlıklı olabilirse bir gün, eminim ki yaptığımız işler şimdikinden de kaliteli ve güzel olacaktır.

Artık yabancı dizileri daha fazla takip ediyoruz. Hatta Türk oyuncular da rol alıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu gelişmeleri?

Minimalde içeriği çok iyi doldurabilen işler. Hem konu olarak hem de görsel olarak. Bu izleyiciyi de içine alıyor sıkmıyor. Türk oyuncuların da ufak ufak dahil olup devamının gelmesi harika olacaktır. Şahsen benim de hevesle içinde yer almaktan mutluluk duyacağım işler. İnşallah yakında nasip olur.

Sinema filmleriniz de var. Önemli bir proje “Nefes” filminde de oynadınız. Bu aralar içinde olmak istediğiniz bir proje oldu mu? Şu karakteri de ben oynasaydım keşke dediğiniz?

Nefes Vatan Sağolsun filmi, okuldan mezun olur olmaz kendimi içinde bulduğum efsane bir işti. Sinema yapma hayaliyle oyunculuğun temelini öğrenmek isteyip konservatuvar okuyorsunuz. Mezun olur olmaz ilk tecrübeniz bu film olunca dünyanız bambaşka oluyor.

Şiir de yazıyorsunuz. Yayınlamayı düşünüyor musunuz?

Evet yazıyorum ya da yazmaya meylediyorum uzun zamandır. Aslında şiir adı altında duygu durumlarımı aktarıyorum kağıda. Şiir olup olmadığına yakında okuyanlar karar verir. Kısa bir zaman sonra hayata geçecek inşallah.

Siz kimleri okursunuz?

Ben genelde bir şaire takılmıyorum. Her şairin bana inanılmaz işleyen şiirleri olmuştur. O yüzden bunu ya da şunu demek yerine şiiri telaffuz etmeyi sevdim hep. Attila İlhan’ın “Üçüncü şahsın şiiri” sevdiğim kadar, Edip Cansever’in “Yerçekimli karanfilini” ya da Ahmet Telli’nin “Su çürüdü” şiirini de severim.

Sosyal medyayla aranız nasıl?

Kendileriyle olabildiğince anlaşmaya çalışıyorum. Evet artık her şey sosyal medya oldu malum. Fakat ben, izleyicinin sizi merak ettiği için, her halinizi her yaptığınızı paylaşma gösterme taraftarı değilim. Değerli ve anlamlı şeyler için sosyal medya kullanmak size ve mesleğinize saygıyı, sevgiyi arttırıyor diye düşünüyorum.

 

Exit mobile version