Doğada Tek Başına…

image-1540485179872632816

Tatil tadında bayram tatilini geçirdiğimiz Kayseri’nin Felahiye’nin yaylalarında, doğanın renginin sarıya ve kahverengiye büründüğü dağlarında, vadileri ve dere boylarında grup halinde yürüdüğümüz yerlerde, bir gün tek başıma yürürken doğayla baş başa olmanın yanında doğanın yalnızlığını paylaştım.

Acırlı Köyünde, yaptığım bir doğa yürüyüşü sırasında ancak uzaktan fotoğrafını çekebildiğim, Kurşunlu Dağındaki 6-7.yüzyıldan kalma kilise kalıntısına köylülerin tabiri ile “Yapı” ya gidebilmek için köyde arkadaş aradım bir süre. Hasat dönemi olması nedeniyle bulamadım, âmâ bağ bozumuyla uğraşan Seyfullah bana oraya ulaşabileceğim en yakın yeri tarif etti.

Köyde kiminin kağnı yolu, kiminin göç yolu olarak adlandırdığı patika yola çıkıyorum. Köy gerilerde kalınca Yamula Baraj gölü karşıma çıkıyor. Felahiye’nin   Silahtar, Alpaslan (eski Alabaş), Menteşe, Acırlı köyleri ile Kayseri merkez Mimar Sinan Mahallesi arasında uzanan Baraj Gölünün, yarattığı nem yöreye has sert karasal iklimini yumuşatmış olduğu yaygın bir kanı. Kayseri’nin Denizi olarak da adlandırılan Baraj Gölü 82 milyon metrekarelik alana yayılıyor ve elektrik üretme ve sulama amaçlı yapılmış. Kıyısında çadır kurup balık tutanları hatırlıyorum. Teknelerle turlara çıkılan, kürek yarışlarının yapıldığı kıyısında bulunan köylere adeta deniz ve sahil yaşamı getiren devasa göl ve yamaçlarında her mevsim kayak yapılabilen tepesinde karın eksik olmayan Erciyes Dağı manzarası da karşımda.

Yeşilden sarıya dönmüş üzüm bağları arasından yürürken, küçük bir kaplumbağayla selamlaşıyorum, birkaç üzüm tanesi ancak kalmış bağlarda. Patika yol bazı yerlerde genişliyor, kağnıların geçebildiği kadar geniş diyorum kendi kendime. Kelebekler, kuşlar, karıncalar, kertenkeleler, çekirgelere rastlıyorum sıksık. Bağları tepeden gören yerlerde kare şeklinde taştan örülme küçük yapıları, Köydekilerin “Alevcik” dedikleri bağ bekçilerinin kullandıkları kulübe kalıntılarını görüyorum. Badem ağaçlarında meyve hemen hemen yok gibi. Ağacın birinde birkaç badem buluyorum. Dallarındaki geçen yıldan kalma toplanmamış yemişler olduğunu görüyorum, Avturan deresindeki bir bağda yetişen “Keçi Bademi” denilen yabani bademin tadı acıbademi hatırlatıyor bana. Bol miktarda “Alıç Ağacı” var Kırmızı olan alıç meyvesi tatlı, ama sarı renkte olanı ekşi bir tat bırakıyor damakta.

Avturan deresinden sonra tırmanmaya başlıyorum. ’Yapı’ tepede görünüyor. Tırmandıkça ağaçların azaldığını fark ediyorum. Yapı kalıntısına yaklaştığımda tek bir yeşil ağaç görüyorum. Kurumuş otlar arasında, tek başına yükselen Çam ağacının yanına vardığımda geriye dönüp fotoğraf çekiyorum cep telefonuyla. Fotoğraf makinesinin bozulmuş olmasına hayıflanmadan edemiyorum.

Nihayet uzaktan gördüğüm Yapı’nın önüne varıyorum. Kilisenin pencereleri ve kubbesinin bir bölümü ayakta kalan bölümleri. Artık bir süre dinlenebilirim diyorum, kendime. Daha önce gelenlerden isimlerini blok taşlara kazıyanların oluşuna üzülüyorum. Fotoğraf çekiyorum, kilise kalıntısının, baraj gölünün, batısını ve doğusunu. Kayseri’nin Denizi şeklinde adlandırılmayı hak ediyor, diyorum kendime, gölün büyüklüğünü görünce.

Yapı’yı dağ başındaki yalnızlığı ile baş başa bırakıyorum. Uzakta görünen Acırlı Köyüne doğru dönüşe geçtiğimde, tırmandığım tepeleri, vadileri ve derelerin oluşturduğu manzaraya bir süre dalıyorum.

Köye yaklaştığımda, Seyfullah’ı karşımda buluyorum. Termosta çay ve suyla beni karşılıyor. Belli ki beni merak etmiş. Bağdaki eskilerin Alevciğine, günümüzün briketinden yapılma kulübeye vardığımızda hava kararmaya başlamıştı. Gaz lambası ve ay ışığıyla aydınlanan doğanın sessizliğinde dinlenirken, çektiğim fotoğraflara bakıyoruz.

Köye döndüğümde, yürüyüş boyunca kuruyan dereleri ve pınarları hem susuzluğumu hem de açlığımı gideren sarı ve kırmızı meyveleriyle Alıç ağaçlarını düşünmeden edemedim.

Exit mobile version