DEPRESYONA GİRECEK MİYİZ?

images[3]

Türkiye’nin ekonomi ve finansal yapısıyla bütünleşip, ismi adeta onunla birlikte anılan enflasyon olgusunun gerçeğini uzun yıllar ülke olarak hep birlikte yaşadık. Yaklaşık olarak son on yılda baskı altına alınmış olan bu canavar tekrar geri dönüp hortlama hamleleri yapmaya ve yapışkan hale gelme arayışlarına başladı. Ve bunu yaklaşık olarak birkaç aydır da %22-25 aralığında çift haneli rakamlara ulaşarak başarmış görünüyor. Aslında Merkez Bankası başta olmak üzere, Ekonomi Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı gibi piyasa yapıcı oyun kurucular, sıkı para politikası argümanlarını gerekli gördüğü tedbirlerle birlikte uygulayarak tek haneli rakamlara indirip istikrar sağlamaya çalıştılar ve bunda uzunca bir süre başarılı oldular; ta ki temmuz ayında başlayan sert döviz dalgalanmalarıyla başlayıp, makro dengelerin bozulması, büyümenin hız keserek azalması ve enflasyon yükselmesinin önüne geçilemeyen sürecin yaşanmasına kadar…

Enflasyon, en basit tanımıyla alım gücünün azalması ( düşmesi ), yani fiyatlar genel düzeyinin artış eğilimi göstermesidir. Burada ki tanım belli başlı bir iki ürünün fiyatlarının yükselmesi değil, fiyatların genelinde oluşan bir artışın olmasıdır. Bir nevi cebimizdeki paramızın ( stabilken ) eskisi kadar ürün ve hizmet alamayıp size eskisi kadar fayda sağlayamaması.

        Enflasyonist bir ortamda mıyız?

        Evet.

        Bu enflasyonist ortam ne kadar süre daha devam edecek? Tehdit edici boyutlara gelecek mi?

        Tam olarak bilmiyoruz.                                                                                   

Merkez Bankası’nın 2018 yılı için enflasyon hedefi %5 (-/+2) idi. Yıl sonu enflasyonu iyimser tahminle %20 ile kapanırsa hedeflenenden +%15’lik bir sapma olacağı anlamına geliyor. MB’nin 2019 için enflasyon hedefi aynı şekilde yine %5 (-/+2), bunu gerçekleştirebilmek için para politikası ve mali durum için sıkı duruşun devam edeceği yönünde bildiri de bulundu. TÜİK verilerine göre üçüncü çeyrekte ülke olarak %1,6 oranında büyüdük. Fransız Dili’nin kökeninden gelen resesyon kelimesinin anlamı durgunluk; ekonominin canlılığını yitirerek genel bir bekleyiş havasına girmesi, inzivaya çekilip canlılığını kaybetmesi ve ekonominin küçülmesidir. Her ne kadar bazı ekonomistler ülke olarak resesyondayız söylemi gerçekleştirseler de; resesyonunun olabilmesi için en az iki çeyrek ( bana göre üç ) ekonominin (-) yönlü olarak küçülmesi gerekiyor. Üçüncü çeyrekte negatif olarak küçülmediğimiz için resmi olarak resesyonunun ilk dönemi başlamamış sayılmaktadır, ama aynı şeyi dördüncü çeyrek için söylemek biraz zor çünkü tüm veriler dördüncü çeyrekte negatif yönlü küçülmenin olacağı yönünde. Nitekim bazı sektörler inşaat bunların başında geliyor ki; resesyon boyutunu üçüncü çeyrekte yaşamaya başlamış gibi görünüyor. GSYİH (tüketim+yatırım+devlet harcamaları+”ihracat-ithalat”)’nin sürekli olarak küçülme eğilimi göstermesi ise depresyon olarak tanımlanmaktadır; ki “bana göre üst üste en az 6 çeyrek küçülmesi ve toplamdaki daralmanın %10-15’lere ulaşması gerekir.”

Peki bu tarz olumsuz senaryolara ne kadar uzaklıktayız?  Eğer makro dengelerde, küresel ekonomi, küresel politik ve küresel ekonomi politik dengelerinin ani değişim ve spekülatif ataklarının 2019 yılında yaşanması veya küresel boyutta yaşanan herhangi bir denge sarsıcı süreçlerin belirmesinde bunun ülkemizi etkileyebileceği çok bariz. Bunun yanında tüm dünyada sıcak para arzının geri çekilerek, kaynak olarak alınabilecek likiditenin bulunamaması, yatırım ve yatırımcı girişlerinin ülkeye sokulamaması durumunda ise; yüksek seyreden döviz kurları, enflasyonda belirlenen hedeflerden uzaklaşılan olumsuz enflasyonist rakamlar ve buna eşlik eden resesyonist stabil süreç eşlik edebilir. Her ne kadar depresyon sürecine çok uzak olsak da , gerektiğinde tanı konulması ve olumsuz süreci çabuk atlatıp, toparlanma sürecine geçip iyileşebilmek için, ekonomiksel antidepresanlara ve terapilere ihtiyacımız olabilir, en önemlisi de bunları yerinde ve doğru kullanmaya…

Exit mobile version