MURAT ORHANLI / İSTANBUL
İranda bulunan Dede Korkut Hikayeler araştırmacı Veli Muhammed Hoca tarafından düzenlenerek raflarda yerini aldı. Kitabın türkçe çevirisini ise Türkoloji alanının duayen isimlerinden Ord. Prof. Dr. Reşid Rahmeti Arat’ın son öğrencilerinden olan Yusuf Azmun gerçekleştirdi. Yusuf Azmun’la Dede Korkut’un Üçüncü Elyazması (Soylamalar ve İki Yeni Boy ile Türkmen Sahra Nüshası) adıyla Kutlu Yayınevi tarafından basılan kitabını ve Türkoloji dünyasını heyecanlandıran keşfin önemini konuştuk.
Dede Korkut hikayelerinin Türk tarihi ve kültürü için önemi nedir? Fuat Köprülü’nün “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir kefesine, Dede Korkut destanlarını ise terazinin diğer kefesine koysanız, yine de Dede Korkut hikayaleri ağır basar” sözüyle önemine vurgu yaptığı Dede Korkut metinleri bizimle ilgili ne anlatıyor?
Dede Korkut kitabı Oğuzların yaşam felsefesini, sosyal yaşamlarını akıcı bir üslup ile anlatan bir kitaptır. Türk edebiyatı için büyük bir dil hazinesidir. Çünkü özgün ve ahenkli bir Türkçeyle okuyucuyu etkilemektedir. Hikayelerin dilindeki Arapça sözler yalnız dinî terimlerde kullanılmıştır. Eser, zengin diliyle birçok yönden Türk dil tarihine ışık tutmaktadır. Fuat Köprülü bu bakımdan kitaba önem vermiş olabilir. Türk edebiyatında çok sayıda önemli edebî eserler vardır. Türkler çok geniş bir coğrafî alanda yaşamışlardır. Edebî eserler de değişik dönemlerde yazılmış olduğu için dillerinde farklılıklar var. Kök Türk yazıtları, Kutadgu Bilik, Harezm, Kıpçak ve Çağatay dillerinde yazılan edebi eserleri anlamak kolay değildir.
Temelde bir halk edebiyatı ürünü olan Dede Korkut, Anadolu’da yazıya geçirildiği için Türkiye Türkçesine çok yakındır. Sözlerinin Türkçe olması ve cümlelerinin halk edebiyatında olduğu gibi secili, ahenkli olması Dede Korkut’u çekici kılmaktadır. Soylamalar tamamen şiir değildir ama kendine özgü ahengi, kafiyeli sözleri ve nakaratları vardır. Epik özelliği olan soylamalar yiğitlik ve kahramanlıkların dışında toplum içinde olumlu ve olumsuz davranışları da güzel ifadelerle dile getiriyor. Bu yönüyle de toplumun hayatına yön veren bir niteliği oluyor.
Türkiye’de Dede Korkut’un ‘yeni nüshaları’ ya da ‘yeni hikayeleri’ konusunda son dönemde yeni çalışmalar ve haberler çıktı. Prof. Dr. Metin Ekici, 12 boy dışında yeni bir boyu içeren bir nüsha bulduğunu, Prof. Dr. Necati Demir de kayıp 7 boy daha bulduğunu açıkladı. Ayrıca Prof. Demir, Dede Korkut’un Oğuzname’nin devamı olduğunu kanıtladığını söyledi. Bu yeni keşifleri nasıl değerlendiriyorsunuz.
Prof. Dr. Metin Ekici ile aynı metin üzerinde çalıştık. İkisi de Türkmen Sahra nüshasıdır, Türkistan’la hiç ilgisi yoktur. Bu nüsha hâlen İran’da Veli Muhammed Hoca’nın kütüphanesinde bulunuyor. Yazmada bir farklı boy değil iki boy var. Biri 48. sayfanın 7. satırında başlayıp 51. sayfanın sonunda biten ve Aras suyu ile Kars kalesinin nasıl alındığını anlatan boy, diğeri de 52. sayfanın başında başlayıp 61. sayfada (kitabın sonunda) biten ve Salur Kazan’ın yedi başlı ejderhayı öldürmesini anlatan boy. 52. sayfanın yukarısında yeni bir bölümün başladığını bildiren bir boşluk var. 38. sayfada bir boşluktan sonra başlayan ve Salur Kazan’ın adının aslında Deli Dönmez olduğunu ve nasıl Kazan’a dönüştüğünü anlatan bölüm de aslında bir boyu andırıyor, ancak soylama şeklinde yazılmış olduğu için boy olarak kabul edilmiyor. Kazan’ın eski adındaki “deli” bildiğimiz anlamda değil, ‘yiğit, bahadır’ anlamına geliyor. 24. Sayfada “… Deli Dündar gibi bahadır olsa” deniyor. Klasik edebiyatta da “divane”, “ermiş” demektir. Evet, Dedem Korkut’a Oğuzname de deniyor (Bkz. Prof. M. Kaçalin: Dedem Korkut’un Kazan Bey Oğuz-nâmesi, 2006). Benim üzerinde çalıştığım nüshada da İç Oğuz ve Dış Oğuz’un önemli yeri var.
Daha çok boylar mutlaka vardır. Ne kadar çok boy bulunursa Dede Korkut hakkında o kadar çok bilgimiz olacak. Merhum hocamız Prof. Dr. Mehmet Kaplan halk hikayelerinde Dede Korkut boylarının bulunabileceğini söylüyordu. Türkmenlerde hikaye ya da masala “bay” denir. Bu, “boy” sözünün fonetik değişikliğe uğramış şeklidir. Benim merhum amcamın kızının anlattığı bir “bay”ın adı “Yeke Göz” idi. ‘Tek gözlü’ anlamına gelen bu boy “Tepe Göz” boyuydu. Bu boydaki nakarat şöyleydi: Tangrı salâmını berâydıng yoksa iki üzüp bir yalmârdım (iyi ki Tanrı selamını verdin, yoksa ikiye bölüp bir defada lüpletirdim). Türkmenistan’da Mati Köseyev ve başkaları 1950’de Korkut Ata’yı yayımladılar. Ancak milliyetçilik yaptıkları gerekçesiyle sürgün edildiler. 1953’te Stalin öldükten sonra memleketlerine dönebildiler. Bu kitap 1990’da yeniden basıldı. Türkmence yazılan bu kitapta yararlı bilgiler var. Değerlendirmeyi düşünüyorum.
İnceleyip kitap olarak yayınladığınız Dede Korkut’un Üçüncü Elyazması (Türkmen Sahra Nüshası) ile diğer nüshalar arasında ne gibi farklar var?
Tamamen farklı. Daha önceki nüshalardaki boylamlar ve soylamalar bu nüshada yok. Bu nüshadaki soylamalar ve boylar da daha önceki nüshalarda yok. Yazısı daha önceki nüshalarda olduğu gibi talîk degil. Kitap İran’a mahsus olan “nestalîk” ve yer yer “şikeste” ile yazılmıştır. Kendine özgü ve doğru olmayan bir imlâ ile yazılmıştır; Türkçe sözlerin sonundaki /n/ sesi /ng/ şeklinde yazılmıştır: giden gideng şeklinde, içün de içüng şeklinde yazılmıştır. Metin Azerbaycan Türkçesinde yazılmış ama Dede Korkut dili yok olmamıştır. Bu nüshada, daha önceki nüshalarda bulunmayan çok sayıda yeni sözler var. Eski Türkçenin gramer özellikleri de yer yer korunmuştur. İstinsah hatası da çok var. Birçok yerlerini düzeltip metindeki şeklini dipnota aldım. Daha önceki nüshalara Oğuzname de dendiğini belirtmiştim. Bu nüshanın 10. sayfasında, iki bölüm arasındaki boşlukta sonradan kurşun kalemle yazılmış şöyle bir Farsça kayıt var “Cild-i Düyyüm-i Kitâb-ı Türkmen (Kitab-ı Türkmenin ikinci cildi), 1347 H. Bu kitabı aslında bir Anadolu Türkmeni yazmış, bir Azerbaycanlı da istinsah etmiş olabilir. Bu orijinal bir nüsha değildir. Metnin imlâ özellikleri bu kitabın XVII yy’ın sonlarında saray dilinin Azerbaycan Türkçesi olduğu Safevî döneminin sonlarına doğru yazıldığını gösteriyor.
Yeni nüshanın, yeni hikayeleri barındırmasının dışında Türkoloji ve Türk kültür tarihi için neden önemli?
Dede Korkut’un Türk dili ve tarihindeki önemi biliniyor. Öncekilerden farklı olan bu nüshadan yeni bilgiler ediniyoruz. Meselâ, Kazan’ın asıl adının Deli Dönmez olduğunu öğreniyoruz. Bu nüshada Oğuzların sosyal hayatı hakkında da ilginç bilgiler var. Davete gelip yiyip içip eğlenenler yardım söz konusu olunca yabancı gibi davranıyorlar. Bir yerde Oğuzlar uyarılıyor; yad ellerden bir gelinin gelip bir ay geçmeden yaşmak altından homurdanacağını ve bir yıl geçmeden kayınbabaya ve kayınanaya dil uzatacağını sonra da evini ayırmak isteyeceğini yazıyor. Böyle olaylara günümüzde de Türkmenlerin arasında şahit oluyoruz. Aynı olayı ağabeyim evlendiğinde kendi evimizde (çadırımızda) yaşadım. Dede Korkut’ta hâlâ çözümlenmemiş sorunlar var. Bu konuda Türkmen Sahra nüshasının yardımcı olacağını sanıyorum.
Sizin inceleyip yayınladığınız yeni nüsha Vatikan ve Almanya’da bulunan diğer nüshalar için dile getiren ‘orijinal nüshanın kopyası’ tezini kanıtlar mı? Orijinal nüshanın bulunması mümkün mü? Üç nüshanın önemini bu anlamda karşılaştırır mısınız?
Hayır, daha önce anlattığım gibi orijinal bir nüshadan bir Azerbaycanlı tarafından aktarılmıştır. Ancak metin tamamen Azerbaycanca değildir. Bu nüshada anlaşılmayan çok söz var, onların hiçbirini Azerbaycan sözlüklerinde ve özellikle iki ciltlk Azerbaycan Dialektoloji Lügeti’nde bulamadım. Derleme Sözlüğü, Tarama Sözlüğü, Eski Türkçeyle ilgili sözlükler ve benim ana dilim Türkmence çok yararlı oldu.
Türkmen Sahra Nüshası’nı incelemeye başladığınızda yani ilk kez gördüğünüzde ne hissettiniz?
Kitabın sahibi olan Veli Muhammet Hoca ben istemeden kendisi bana kitabın PDF kopyasını gönderdi. Ben dosyayı açamadım. Açamadığımı söyleyince kitap sahibi onu Ankara’da yaşayan çok sevdiğim bir gence gönderdi ve ondan almamı söyledi. Ona telefon ettim, dosyayı bana aktarmasını rica ettim. O “Hoca kimseye vermemem gerektiğini söyledi, vermeyeceğim, kendim tanıtacağım” dedi ve bana kızdı ve alacaklı çıktı. Hoca’ya sordum, öyle bir şey söylemediğini söyledi. Halbuki “Amca kusura bakma, izin ver ben çalışayım” diyebilirdi. Bunun üzerine kendisine bir mesaj yazdım. Kendisine, belki bilgisi benden çoktur diye “yardım edeyim” diyemedim. Fikir alış verişi yapabileceğimizi yazdım. Cevap gelmedi. Herhalde bana güvenemedi; başkalarıyla çalıştığını duydum. Yalanlar uydurduğunu duydum. O seviyeye tenezzül etmek istemiyorum. Dosya sonra açıldı, ben de çalışarak teselli buldum. Normal şartlarda çok büyük bir coşku yaşardım; ama bu sözünü ettiğim olaydan dolayı olmadı.
Veli Muhammet Hoca’ya kitabı hem Türkçe hem de İngilizce yazacağımı söylemiştim. Basıldığını söylediğimde “Hangi dilde” diye sordu. Türkçe olduğunu söyledim. Sevindi. Şimdi İngilizcesini baskıya hazırlıyorum. İnşallah İngilizce basılma hakkı da o zat-ı muhtereme verilmemiştir!
Prof. Dr. Necati Demir, bir röportajında Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde de Dede Korkut’tan bir ‘boy’ bulduğunu söylemekte. Farklı coğrafyalardaki araştırmalar bir yana elimizin altındakileri bile şimdiye kadar yeterince gün yüzüne çıkarmadığımız gözlemleniyor. Türkoloji alanındaki çalışmaların geldiği noktayı bu alanın duayen bir bilim adamı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tarih Kurumu’nda da bir nüsha var. Prof. Dr. M. S. Kaçalin “Oğuzların Diliyle Dedem Korkudun Kitabı adlı eserinde o nüshanın tanıtımını yaptı. Edebiyatta, bilimde ve sanatta bilinmeden gizli kalan çok değerler var. Ebu’l-İzz Diyarbekrî’nin Topkapı kütüphanesinde bulunan sibernetik üzerine Arapça yazdığı bir yazma kitabı 1970’lerde Almancaya çevrilmişti. Orta Asya’da da Dede Korkutla ilgili bilgiler toplanabilir. Öğrenciyken Sovyet Edebiyatı dergisinde Türkmenistan’da bir şahısta Dede Korkut yazması olduğu hakkında bir makale okumuştum. Babam, Orta Asya’da yazılan bir Dede Korkut’un birkaç sayfasını bana göndermişti. O parça merhum hocam Prof. Dr. M. Ergin’de kaldı.