Öykümüzü anlatmayı kaldığımız yerden sürdüreceğiz; ancak ilk bölümünü anımsamak adına çok kısa bir özet verelim:
Ramazan Bey Avustralya’da haddehanede çalışan Türk işçisidir. Ancak ustabaşı her sabah kürekle Ramazan Bey’e vurmaktadır. Ramazan Bey günlerdir süren bu işkenceye dayanamaz bir gün o da kürekle ustabaşına vurur. Olayın ertesi günü fabrika Genel Müdürü’nün odasına çağrıldığında, ustabaşının da orada olduğunu görür. Kafası sarılıdır. Yanında da tercüman durmaktadır.
Genel Müdür, Ramazan Bey’e ustabaşına niçin vurduğunu sorar. O da, işe başladığı günden beri her sabah kendisine kürekle vurduğunu, en sonunda dayanamayıp kendisinin de ona vurduğunu anlatır. Bu kez Genel Müdür ustabaşına döner, işçiye niçin vurduğunu sorar. Ustabaşının verdiği yanıt da, veriş biçimi de ilginçtir. Ağlamaklı bir ses tonuyla: “Sayın Genel Müdürüm bu Türkler benim dedemi Çanakkale Gelibolu’da öldürdüler. Ben dedesiz büyüdüm” der.
Genel Müdür ‘doğru mu?’ diye Ramazan Bey’e sorduğunda, Ramazan Bey yanıt vermeden önce tercümana dönüp: “Bana bak tercüman, konuşmalarımı olduğu gibi aktaracaksın. Eğer bir kelimesini değişik söylersen, biz Gürcüler (Ramazan Bey Gürcü kökenli yurttaşımızdır) bu şehirde 7 kişiyiz bunun hesabını senden hemen sorarız” der.
Sonra da Genel Müdüre döner, tane tane konuşur: “Sayın Genel Müdürüm, bunun dedesi eli silahlı olarak Gelibolu’da, Çanakkale’de ne arıyordu? Biz Türkler (dikkat ediniz kendisini burada Türk olarak tanımlıyor) Avustralya’ya saldırmadık. Aksine Avustralyalılar, İngiliz propagandasına ve parasına kandılar, sonra da gelip bizim vatanımıza saldırdılar. Biz Türkler de vatanımızı savunduk. Bunun dedesine özel bir düşmanlığımız yok. Dedesi vatanımızı ziyarete gelseydi ona Türk misafirperverliğini göstermekten mutlu olurduk. Ama onun dedesi elinde silahla, İngiliz buyruğunda benim ülkeme saldırdı” diyerek sözlerini tamamlar.
Bu konuşma üzerine Genel Müdür ustabaşına döner ve “Türk işçisi doğru söylüyor. İngilizler bizleri gerçekten aldatarak savaşa sürdü.” der.
Bu sözleri dinleyen ustabaşının gözleri hayretten yuvasından fırlayacak gibidir. Şaşkındır. Bir süre Ramazan Bey’e bakar. Sonra başını yere indirerek yavaşça Ramazan Bey’e yaklaşır; ve birden boyuna sarılır; onu bağrına basar; yalvararak özür diler.
Ertesi gün ustabaşı, Ramazan Bey’e haddehane dışında çok kolay bir görev verir. Böylece Ramazan Bey, Avustralya’da kaldığı süre içinde hiçbir işçiye nasip olmayan bir rahatlığı yaşar…
Bu anıdan çıkartacağımız çok şey var. Ama en önemlisi, Ramazan Bey’in soylu tavrıdır. Gürcü kökenli olduğu halde yabancıya “Ben Türk’üm” deme erdemini göstermesidir. Kişisel çıkarının söz konusu olduğu o zor durumda “Çanakkale Savaşı ile bizim bir ilgimiz yok. Ben zaten Türk değilim” diyerek vatanına ihanet etmiyor; alnı öpülecek bir yiğitlikle Türk Milleti’nin onurlu bir üyesi olduğunu gururla belirtiyor.
Selam sana Ramazan Bey!
İnanıyorum ki; kimi sözde politikacıların etnik ayrıştırma çabalarına karşın; Ramazan Bey gibiler var oldukça, Türk Milleti’nin birliğini, kardeşliğini kimse bozamayacak!
Esen kalın efendim.
Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz.