“Camiler Haftası”nın ardından…

8965_b-2

1986 yılından beri 1-7 Ekim tarihleri arası “Camiler Haftası/Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanmaktadır. Bu yıl da “Camiler ve din hizmetine adanmış ömürler” teması etrafında çeşitli etkinliklerle söz konusu hafta kutlandı.

Aşağıdaki pasaj “Camiler ve Din Görevlileri Haftası”nın açılışını yapan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın konuşmasından alınmıştır:

“İman bilinci ile ömrünü din hizmetine adayanlar öncelikle bilgi ve güzel ahlâk ile donanmalıdır. Yani ‘Hayırda yarışın’ emr-i ilahisini ilke edinip insanlığın huzur ve refahı, yeryüzünün imar ve ıslahı için koşturmalıdır. ‘Onlar iyiliği emreder kötülükten menederler’ âyetini hayata düstur yapıp iyiliğin yaygınlaşması, kötülüğün defedilmesi için çaba göstermelidir.”

Başkan Ali Erbaş, iktibas ettiğimiz satırlarda olduğu gibi konuşmasının diğer bölümlerinde de güzel şeyler söylüyor. Ancak hemen belirtelim ki Sayın Başkanın söyledikleri temennilerden öte geçmemektedir. Biz Diyanet İşleri Başkanından, camiler ve din görevlilerinin genel durumunun ne olduğunu ve ne olması gerektiğini eleştirel bir gözle ortaya koyarak problemlerin nasıl aşılacağı konusunda bilgi vermesini beklerdik.

Söz gelimi camilerde cemaatle namaz kılınırken cep telefonlarının çalması cemaatin namazını nasıl etkiler? Malum, namaz için huşu ve huzur önemlidir. Bu konuda Diyanet’in görüşü nedir?

Özellikle yağmurlu havalarda adam ayakkabısını eline alarak suyunu halıların üzerine akıta akıta cami içerisindeki ayakkabı rafına koyuyor. Kürsüde vaiz de “Temizlik imandandır” diye insanlara nasihatte bulunuyor. Bu bir çelişki değil midir?

Caminin içinde ayakkabılık olursa cemaat ayakkabısını tabii ki içeri koyacak. Demek ki yeni bir cami mimarisine ihtiyaç var. 1000 yıl önce camilerimiz nasılsa bugün de öyle… Ayakkabıların cami dışında -emin bir şekilde- muhafaza edileceği yeni bir cami mimarisi geliştirilemez mi?

Din görevlilerinin bilgi düzeyi ayrı bir tartışma konusu.

Vaiz kürsüden avazı çıktığı kadar bağırıyor: “Ey camaat-i müslimin! Cuma namazındaki bu kalabalığı, sabah namazlarında da gördüğümüz gün evvel Allah bize ne ABD ne Avrupa, hiçbiri karşı koyamaz.”

Müftü Efendi: “Hz. Peygamber en iyi deveye biniyordu. Bugünün en iyi devesi Mercedes’tir. Müslüman Mercedes’e binmeli.” buyuruyor.

İmam kardeşimiz: “Abdest alırken, yıkanması gereken yerlerden birinde iğne ucu kadar kuru bir yer kalırsa o kişi bin yıl cehennemde yanacak.” diyor.

Parça bütünün habercisiymiş. Maalesef din görevlilerimizin -istisnalar kaideyi bozmaz- genel manzarası bu. Diyanet İşleri Başkanı’nın, bütün bu eksiklikleri ortaya koyarak nasıl çözüm bulunacağını açıklaması gerekmez miydi?

Bir hakkı da teslim etmemiz gerekir. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, hafta dolayısıyla Beştepe’de din görevlilerine hitap ederken Diyanet İşleri Başkanı’nın aksine, konuya -sathî de olsa- eleştirici bir bakışla yaklaşmıştır: “140 bin kişilik bir ordu, bu aslâ hafife alınamaz. ‘Acaba biz, inancımızı bu ülkede yaşamak ve yaşatmakta niye başarılı değiliz?’ sorusunu kendimize sormamız lazım diye düşünüyorum. Bu konuda kendimizi çek etmemiz lazım. Bir yerde bir eksikliğimiz var. 140 bin kişilik böyle bir ordunun olduğu yerde, acaba neden biz beklediğimiz neticeyi alamıyoruz? Öyleyse daha fazla çalışmamız lazım, daha fazla gayret etmemiz lazım.”

Görünen o ki Diyanet teşkilatında gerek bilgi gerekse din anlayışı bakımından en kısa zamanda yeni bir yapılanmaya gitmek mecburiyeti var. Mehmet Akif’in ifadesiyle din adamlarımıza; “İslâm’ı, asrın idrakine söyletecek” bir bilgi ve anlayış kazandıramazsak boşuna kürek çekiyoruz demektir. Bizden söylemesi…

ACZİMİN GİRYESİ:

Bin yıl öncesinin kafası ile bugün hâlâ,

Dini anlatacağını sanıyorsun, ne âlâ…

                                    (Li-muharririhî)    

Yazara ait yayınlanan son makaleleri buradan okuyabilirsiniz. 

Exit mobile version