Bir Urfa hikayesi; Taş kulede gizlenen keklik!..

24713_b-6

Yüzlerce yıl önce, deve tüccarı bedevilerin de mola verdiği Harran‘daki Şuayp Peygamber harabelerinde, kara çadırlardan bir pazar yeri kurulmuştu…

Kartalların çöl topraklarında yılan avladığı o sonbahar gününde, insanoğlu yaşamın keşmekeşi içinde ekmeğini de arıyordu!..

Kim, kimin gücüne yeniliyorsa işte o pazarda, tezgaha onlar düşmüştü!.. Avcıya yenilen ceylanın eti de, insanlığa ihanet edenin köleleri de!..

Uzak diyarlardan gelen bir garip adam; eski zamanlara yoldaşlık eden bir taşın üzerinde ezeli yorgunluğunu atmış, pazarın içinde yiyecek bir şeyler bakıyordu…

O bezirgan biraz dolaştıktan sonra, kafesler içinde kuş satılan bir tezgaha yanaştı… O benekli ve tuhaf kuşların cinsini, adını merak etmişti…

Harran’ın ve Tektek Dağları‘nın en sevilen kuşlarıydı bunlar… Satıcı “Keklik” dedi…

Garip adamın merakı iyice arttı… “Öter mi bunlar, nedir marifetleri” diye sordu… Satıcı kendinden emin yanıt verdi:

“Bunlar av için de kullanılır!.. Bunları kafeslerinde; taştan yapılmış kubbenin içine gizleyeceksin!.. Onlar acı acı ötünce diğer keklikler yardımına koşar… Keklikler kafese yanaşınca da çevrede kurulmuş olan tuzağa düşerler!..”

***

İhanetin kanlı sonu!..

 

Garip adam irkilmişti!.. İhanet, bir kuşun ürkek yüreğinde nasıl ahlaksızca pusuya yatabilirdi ki?..

Özgürlüğü kanatlarında taşıyan bir kuş nasıl olurdu da, kendi ırkını tuzağa çağırabilirdi?..

Garip ve gizemli adam, satıcıdan bu yanıtı duyunca o çok uzun yolculuğunda, doğanın ve insanın kendisine sunduklarını hatta sakındıklarını anımsadı!..

Vadiler, nehirler, ovalar geçmişti o adam… Yılanlar, akrepler, kurtlar ve çakallarla yoldaşlık etmişti… Aynı bentlerden su içmişti onlarca mahlukatla!..

Dudaklarını Fırat‘ın, Dicle’nin sularına uzattığında, şahmaranlar bile dokunmamıştı ona!..

Kasvetli mağaralarda, “aba”sının içinde derin uykulardayken kalleşlik görmemişti kimseden!..

Yağmura, doluya, rüzgara, kum fırtınalarına yakalanmıştı çöllerde ama kurumuş çalılar siper olmuştu ona…

Kuş uçmaz kervan geçmez viranelerde; gece yıldızlar, gündüz ise güneş yoldaş olmuştu ona!..

Kim bilir kaç mevsimdir yollarda bir derviş misaliydi?.. Kaç insanoğluyla tanışmış, kaçının kuru ekmeğini katık etmişti yoksulluğuna?..

O adam, kafesteki kekliklere bakınca işte böylesine geçmişe gitmiş ve çok öfkelenmişti!..

Gözleri görünüyordu yalnızca “puşu”sunun altından… Yüzünü açtı, “aba”sını geriye itti, şalvarından bir küçük altın çıkartıp satıcıya uzattı…

Sonra da kafeslerden birini açtı, kekliği çıkartı ve gözünü kırpmadan kafasını kopartıp yere attı!..

Satıcı ilk kez karşılaşıyordu böyle bir manzarayla… İrkilmişti!.. Garip adama “niçin” böyle yaptığını sordu?..

O bezirgan “puşu”sunu tekrar yüzüne kapattı, keskin bakışlarını satıcıya odakladı ve ürküten bir ses tonuyla yanıt verdi:

“Kim bilir kaç kekliği tuzağa düşürecekti?.. Kendi soyuna ihanet edenin sonu ölümdür!..”

Kanlar içindeki keklik çırpına çırpına ölürken, o garip adam arkasını dönüp geldiği gibi ortadan kaybolmuştu!..

İhanetin en zavallısını görmüş ve başını ezmişti o meçhul bezirgan!..

***

Kafesteki Brütüs!..

 

Mezopotamya’nın uçsuz bucaksız ovalarında belki de nice kerpiç evin köhnelerinde, kaç eski adam anlatıyordur bu kanlı ve de kalleş öyküyü?..

Hüznün ve masumiyetin el ele tutuştuğu Harran’ın o topraklarında; yalnızca yoksullukla zenginlik değil, ihanet ve mertlik de bir kızıl gelincikle bir yaban otunun kavgası gibidir…

Unutmayın; nerede rant, nerede çıkar ve ahlaksızlık varsa “ihanet” de orada pusudadır!..

Siz bu öyküyü okurken; işte o çölde ihanetin başını kopartan bedevinin yerine koyun kendinizi!.. Sonra da yaşamın sizi her türlü hainliğin koridorlarına savurduğu şu günlere dönün…

Bakın çevrenize; eminim “hemşeri” ya da “dost” bildiklerinizin, “yoldaş” sandıklarınızın hatta “kardeş” dediklerinizin ihanet sayfaları, kalleşliğin film perdesinde önünüzden geçecektir!..

Kirli duvara yansıyan manzara; yalnızca yaşamın çıkar üzerine kurulduğu bu dünyanın ikiyüzlülüğünü değil, ihanetini de gösterecektir size… Herkesi göreceksiniz o lekeli perdede:

Ekmeğe ve emeğe ihanet edenleri!.. Kaleme ve özgürlüğe ihanet edenleri!..

Kendi siyasal düşüncesine ihanet edenleri, koltuğuna ihanet edenleri!..

Yavrusunu yiyen kedileri ve yobaz sofralarında kemik yalayanları da göreceksiniz!..

Siz siz olun; güvendiğiniz kalelere saklanarak kekliğinkini andıran ıslıklarla sizi kendine çağıranlara ve sizi kullanmaya çalışan alçaklara karşı dikkatli olun!..

Unutmayın ki; hainlik, ajanlık ve Brütüslük kafesinin içinde her türlü tuzak vardır!..

Siz o yüzden sözde zapt edilmiş kulelerden şimdilik uzak durun!..

Kendinden olana ihanet eden kalleş kekliklerin gerçek yüzünü görene kadar!..

OKURLARA NOT: Sevgili okurlar; yaşamın içinde herkesin kendinden birşeyleri sorgulayacağı, dünyanın ikiyüzlülüğüne karşı herkesin kendince nasıl isyan edeceğini ve nasıl önlem alacağını da anlatmaya çalışan bir öyküdür bu… Günümüzün sosyo-politik ortamında, sahte arkadaşlıklar- dostluklar ve çıkarcı siyasal ilişkilere karşı nasıl hareket edeceğimizi de göstermeye çalışan bu eski öyküyü anımsatmamın bir nedeni de, dünyanın giderek nasıl acımasız hale geldiğini anlatabilmek… O halde, dört yandan kuşatılmışken, içeriden bile kaleleri zaptedilmiş bir ülkede yaşarken, bu hikayeden alınacak asıl dersi herkes kendince yorumlasın… Mutlu pazarlar… 

Yazara ait yayınlanan son makaleleri gazete bayilerinden Yeni Çağ Gazetesi satın alarak okuyabilirsiniz. 

Exit mobile version