’Berlin in Berlin’in mirası ‘New York in New York’

’Berlin in Berlin’in mirası ‘New York in New York’

Sinan Çetin’in, göçmen-gurbetçi sorunlarına aile içinden baktığı 1993 yapımı ‘Berlin in Berlin’ aradan geçen 26 yıl sonra ‘New York in New York’ adıyla yeninden uyarlandı. Yapımcılığını ve başrolünü Çetin’in oğlu Rafael Cemo Çetin’in üstelendiği film ‘Berlin in Berlin’ mirası üzerine oturtulduğundan kuşkusuz bundan sonra da birlikte anılmaları kaçınılmaz olacaktır. Her iki film de kronikleşmiş aşiret-töre kültürününün katı ve ilkel kurallarını odağına alarak bu kültürle şekillenmiş ailelerin kendi içindeki çarpık ilişkinin ve görücü usulü evliliğin bireyde yarattığı travmalara ve toplumsal yansımalarını irdeliyor. Ortak paydaları da burası, fakat ikisini birbirinden ayıran farklılıklar yalnızca giriş sahnesi ile finalin değiştirilmesiyle sınırlı değil.

Konusunu mirasından almasına rağmen farklı bir Avrupa ülkesinin kültürel farklılıklarını, gurbetçi ailenin davranış biçimlerine yansıtmasındaki başarısı, detay çekimleriyle gerilim temposunun ve dramatik duygunun dengede tutması, final sahnesinin tamamen değiştirilerek öykünün özüyle bütünleştirilmesi gibi önemli detaylar ‘New York in New York’u, farklı bir konuma ve boyuta taşıyor.

FİLMİN KIRILMA NOKTASI EROTİZM

Tüm kültürlerde tartışmalı cinsel konular arasında yer alan özdoyum ‘Berlin in Berlin’i, seyircinin belleğine kazıyan tek sahne olduğundan ‘New York in New York’ için de en hassas kırılma noktasını oluşturacak. Fakat bu sahne aynı zamanda da seyirciyi salona çekecek en cazibeli ayrıntı. Evet, aynı sahne Mine Kılıç tarafından bu filmde de tekrarlandı ancak pek de prim vermediğim cinsel öğelerden ziyade başrolü paylaşmasına rağmen repliği az olan Kılıç’ın, beden diliyle yeteneğini olağanüstü sergilemiş olmasıydı. Dolayısıyla mirasının üzerine etiket gibi yapıştırılan erotizm öğelerinin ‘New York in New York’ da ön plana çıkartılarak tekrarlanması ve bunun üzerinden iki filmin yarıştırılması, bireysel bakış açısından öte sinema sanatına hiçbir katkı sunmayacak.

Üç bölüm halinde ilerleyen filmin kadrajı, New York’ta fotoğraf stüdyosu olan Dylan’ın (Rafael Cemo Çetin), aynı binanın temzilik işlerinde çalışan Türk gurbetçi ailenin gelini Dilber’in (Mine Kılıç) karşılaşmasıyla açılıyor. Dilber’in fotoğrafını çekmek isteyen Dylan ile o anda içeri giren kocası arasında çıkan kavga sonucu Dilber’in kocası ölür. Özür dilemek için Dilber’in peşine takılan Rafael, onu evine kadar takip ederken kayınbiraderi Mürtüz (Ahmet Yıldırım) ile karşılaşır ve kovalamaca başlar. Tesadüfen Dilber’in evine girmesiyle de hikâye başka bir boyuta evrilir.

KADININ ZAFERİNİ TAÇLANDIRAN CESARET

Rafael, töre kuralları gereği tanrı misafiri olarak kabul edilerek güvenceye alınır. Bir yandan abisinin intikamını almak için Rafael’i öldürmeyi planlayan Mürtüz’ün intikam duygusunun altında Rafael’in yengesine karşı ilgisinden kaynaklanan kıskançlığında etkisi vardır. Çünkü Mürtüz’ün yengesine olan ilgisi, taciz boyutuna varacak kadar kronikleşmiştir. Aile içindeki bu çarpık ilişki, Rafael’in retinasından şaşkınlık, kaygı ve korku olarak yansır. Nihayetinde Mürtüz’ün tacizlerinden ve aile içindeki gerilimden bunalan Dilber, her şeyi göze alarak töre kurallarını yıkmaya karar verir. Bu kararla Rafael’in de özgürlüğüne kapı açılır fakat tanıştıkları günden beridir birbirilerine karşı içten içe besledikleri sevgi, törenin katı kurallarına yenik düşer.

Filmin artılarına yukarıda değinmiştim. Cenaze törenindeki abartılı dinsel ritüel, gelenekçi aile yapısıyla örtüşürken Mürtüz karakteri, çekirdek ailenin etnik, biyolojik yapısı ve gelenekçi kültürüne aykırı düşüyor. Aile reisini canlandıran Ahmet Utlu’nun pasifize edilmesi de yine kadro seçimindeki soruna işaret ediyor.

İlgili ’Berlin in Berlin’in mirası ‘New York in New York’ haberiyle ilgili sizde görüşlerinizi yazarak gündeme dahil olabilirsiniz. 

Exit mobile version