SEDAT PALUT-İSTANBUL
Batı tarihi biraz da sömürgeciliğin tarihidir. Coğrafya keşiflerden sonra yeni toprak ve insanla karşılaşan Batılı devletlerden bazıları hem bu toprakları sömürdü, hem de burada yaşayan insanları kendine dönüştürmeye çalıştı. Batı’nın bu konuda başarılı olduğunu söylemekle beraber bu süreci günümüze kadar getirdiğini ifade etmeliyiz. Batı insanının öteki ile karşılamasını tarihsel metinlerde siyasal düzlemde okumak mümkün. Lakin bu okumalar yeni karşılaşan, iki farklı dünya insanın kalbinde ve aklındaki değişiklikleri bize sunmuyor. İşte bu noktada edebiyata ihtiyacımız var.
Yakın zamanda İş Bankası Kültür Yayınları Modern Klasikler Dizisi’nden bir kitap yayımladı. Graham Greene’nin yazdığı ‘Meselenin Özü’ başlıklı kitabı Mina Urgan çevirmiş. Önceki yıllarda da farklı yayınevlerinden piyasaya sunulan bu kitaba yeniden göz atmak faydalı olabilir.
İlk olarak 1948’de yayımlanan kitap, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin sömürgesi Sierra Leone’de geçiyor. Kitapta kahramanımız Binbaşı Scobie Britanya Gizli Servisi’ne bağlı olarak çalışmaktadır. 15 yıldır aynı yerdedir. Bölgesinden hiç ayrılmamıştır. Eşinin ısrar etmesine rağmen yaşadığı yeri hiç terk etmemiştir. Eşi ise rahatsız olduğu için ülkeden ayrılmak istemektedir. Kısacası Scobie’nin rutin bir hayatı vardır. Okur, Binbaşı Scobie ile tanıştıktan sonra İngiltere’nin bölgedeki gayri ahlaki uygulamalarını, Sömürge Bakanlığı’nın faaliyetlerini öğreniyor.
Kitapta öne çıkan, tartışılan birkaç unsur var. Bunların başında kahramanımızın yalnızlığı geliyor. Scobie, İngiltere’nin sorumlu bir çalışanı olarak bölgede sömürge faaliyetinde aktif yer alması gerekirken, o dürüst bir insan olduğu için bu görevini başarıyla yerine getiremiyor. Hatta rütbe olarak yükselmesi gerekirken bir arkadaşı onun yerine yükseliyor. Sömürge faaliyetlerinde Scobie’nin geri kalması, onun kendisiyle yüzleşmesine sebep oluyor. Bu yüzleşme onu zamanla derin bir yalnızlığa itiyor. Çünkü ülkesinin istediğini başarı ile yerine getirmediği için iş arkadaşları tarafından dışlanıyor, Sierra Lone’deki yerliler içinse hepten bir yabancıdır. Scobie onlarla ne kadar iletişime geçmeye çalışsa da bir ilerleme olmaz, olduğu yerde hem insan olarak hem de görevli olarak durmaktadır. Bu yalnızlığın onu zaman için hatalara sürüklediğini görüyoruz.
Diğer bir tartışma konusu günah-inanç ilişkisidir. Scobie her hafta sonu kiliseye giden samimi bir Katolik’tir. Ülkesinin ve arkadaşlarının yaptıkları, onun benimsediği dini öğreti ile çatışmaktadır. Bu kahramanımızın günlük ilişkilerini de etkilemekte, yukarıda değindiğim gibi yalnızlığını pekiştirmektedir. Çevresindeki rüşvet ağı geliştikçe Scobie’nin etrafına bir duvar ördüğünü görüyoruz.
Romanda Greene, sömürge döneminde- hala ne yazık ki devam eden- siyahların maruz kaldığı kötü koşullara dikkat çekiyor. Onların köle olarak uzun saatlerde çalıştırılması, her fırsatta misyoner faaliyetlere maruz bırakılması romanın sayfalarında detaylandırılmış. Siyahi bir çocuğa hastane odasında, iyileşme sürecinde masum bir niyetle (!) kitap okumaya çalışan görevlilerin misyonerlik kitaplarını bile paylaşmış Greene.
‘Meselenin Özü’ romanı yayınevinin de belirttiği gibi iki temel ahlaki durumu tartışıyor. “Başkalarını mutlu etmek mümkün müdür?” ve “İntihar çözüm olabilir mi?” Batılı devletlerin sömürge sürecinde insanlara nasıl davrandığını, giden görevlilerin orada ne ile karşılaştıklarını anlatan, George Orwell’in de işaret ettiği başarılı bir roman ‘Meselenin Özü.