Savcıdan imza bekliyorum, tam öğle saati, yani yemek saatine geldi.
Bankta oturmuş bekliyorum.
Yanımda 40 yaşlarında, sarışın, uzun saçlı, takma kirpikli bir kadın oturuyor.
Devamlı savcının kapısına gidip geliyor, telaşlı, sıkıntılı anlıyorum ki, o da savcı beyi bekliyor.
Ağlıyor, söyleniyor, arada hakaretler ediyor..
Bana, kusura bakmayın hanımefendi, ama çok dertliyim, diyor.
Anlıyorum ki benimle konuşmak istiyor.
Ne oldu diyorum, anladım, siz de savcıyı bekliyorsunuz, diyorum.
Erkek kardeşim, Silivri’de hapiste, görüşme için savcıdan imza almam lazım diyor.
Anlatsana diyorum.
Niye, hapiste.
Erkek kardeşim 36 yaşında, 34 yaşında kadın arkadaşı var, dün gece evde içki içiyorlar, sonra gece kulübüne gidiyorlar, körkütük sarhoş oluyorlar.
O arada abla ya, kadın arkadaşı daha sarhoş oluyor, kardeşim daha az diyor.
İçimden ne fark eder bacım, zıkkım içsinler, bu alkol nasıl bir şey, evde iç, sonra kulübe git sabaha kadar yine iç.
Alkol denen zıkkımın belasını versin.
İçkiniz batsın diyorum.
Sonra.
Gece kulübünde zıkkımı içerken, kadın adama, şu cep telefonumu tut, tuvalete gideceğim, diyerek cep telefonunu bırakıyor.
Eve geliyorlar, sabaha kadar beraber kalıyorlar.
Sabah oluyor, kadın evden çıkıyor, doğru karakola gidiyor ve şikayetçi oluyor.
Bu adam cep telefonumu çaldı, şikayetçiyim.
Her yer aranıyor.
Telefon ortada yok.
Kardeşini karakola çağırıyorlar, ifadesi sonrası tutuklama kararı veriyorlar ve sabah hapse alınıyor.
Abla anlatıyor ve cep telefonu bin 500TL, ama en pahalı yeni telefon alalım, sana hesabına parasını yatıralım, diyor.
Kadın Nuh demiyor, peygamber demiyor, olmaz ben kendi cep telefonumu isterim, bulacaksınız diyor.
Abla içini çeke çeke ağlıyor, nerede ise ben de ağlayacağım.
Eyvah! diyorum, insanlar iyi değil, ne ara bu kadar kötü olduk, ne zaman kadınlar bu kadar çirkef oldu, zaman bu kadar tımarhanelik olduk.
Benim de oğlum var ya, neredeyse ağlayacağım.
Tam o sırada, yanımdaki abladan daha genç, esmer, çok sinirli, r’leri basa basa konuşan, yan yan yürüyen, dayı dayı konuşan bir adam geliyor.
Ablaya ağlamayı kes diyor.
Bana da buna, inanma abla, timsah gözyaşları bunlar diyor.
Ağzım açık kalırken, gözlerim de açık kalakalıyorum.
Ben yapmayın beyefendi, demeyin kardeşi için ağlayan bir kadın var, ne söylüyorsunuz diyorum.
Kadına beni burada konuşturma diyor, kardeşinin ne yaptığını sen iyi biliyorsun, burada yalan dolan anlatma diyor.
Sen, kardeşine ne yaptın, diye sor diyor.
Ben biliyorum, sen de biliyorsun, konuşturma beni diyor.
Bana da abla inanma, görüntüler var, olay öyle değil diyor.
O kadar sinirli ki, nerdeyse kadına girişecek.
Kadın korkuyor, ben de korkuyorum.
Bana diyor ki, ben de bu batağa düştüm abla, bununla beraberim, anasının hatırına geldim, arkadaşlarım sen ne çirkefe düştün, diyor.
Biraz evvel içini çeke çeke ağlayan abla yanımdan kalkıyor, sinirli adam anlatmaya devam ediyor.
Cep telefonunu gösteriyor, hepsi burada abla diyor.
Aklım o kadar karışıyor ki.
Duygularım o kadar karışıyor ki.
Adama peki, gerçekte ne oldu? diye soramıyorum.
Adama, görüntüleri bana göster, diyemiyorum.
Şikayetçi kadının ifadesini bana göster, diyemiyorum.
Hapisteki kardeşin ifadesini bana göster, diyemiyorum.
Kadına bana niye yalan hikaye anlattın diye soramıyorum.
Hiç tanımadığın beni, yalan dolanla neden üzdün diye soramıyorum.
Nerdeyse hiç tanımadığım beni ağlayacak hale neden getirdin diye soramıyorum.
Ve en sonunda.
Be kardeşim, arkadaşlarının, ailenin dediği bu çirkefin içine düştün, niye debelenip duruyorsun.
Diye hiç soramıyorum.
O sırada savcı geliyor, oraya niçin geldiğimi, ne için imza beklediğimi unutuyorum.
Ayağa kalkıp koşuyorum.
Koşarken.
Kendime.
Hani çok akıllıydın, her şeyi anlardın, insan sarrafı olmuştun.
Ne ara, ne oldu bize?
Funda’nın aklındakiler…
Bugün 10 Kasım.
Saat 09.05’de sokaktayız, yollardayız ve ayaktayız.
10 Kasım 1938’de Ata’m yeniden doğdu.
Hiç ölmeyeceksin.
Yeni doğan bebekler senin göz renginin içinde doğuyor.
En kıymetlimiz, en değerlimiz, en ölmezimiz.
Mustafa Kemal Atatürk, Ata’mız canımız.
Sen çok yaşa.
Sen olmadan hiç olmazdık.
Sana her şeyimizi borçluyuz.
Mavi gözlüm, yakışıklım benim.
… Kerimcan, Danla, Enes..
Ben bunlara, sosyal medya çirkefleri, sosyal medya çakalları diyorum.
Bedava, beleşten, haybeden, para kazananlar.
Çocukları Taciz ve Sosyal Medyadan Koruma Derneği, kurucusu ve başkanı Erhan Nacar bunlardan rahatsız olmuş.
Suç duyurusunda bulunmuş.
Bu insanlar çocuklarımıza zarar veriyor demiş.
Çok haklı, bence de zarar veriyorlar.
Erhan beyi, bir televizyon programında izledim, Kerimcan telefona bağlanıyor, beyefendi kem küm.
Sizinle bir çay bir kahve içmedik falan.
İçsen ne olur içmesen ne olur, konu bu mu? Çay mı içmek istiyorsun.
Beğenmiyorum adamı, ifadesi eksik, konuşamıyor, anlatamıyor, iki yıl önce doğum gününde Kerimcan’i dinlemeye gitmiş, sonrada instagram sayfasında paylaşmış.
Bence bunlarla tanışmak istiyor.
Popüler olmak istiyor.
Bu davalardan bir şey çıkmaz diyorum.
Bu arada, Kerimcan, Ece Erken’i arıyor, annem her sabah sizi izliyor, çok üzülüyor, benim de bir annem var diyor.
Ahahahahhahahaa..
O kadar gülüyorum ki.
Senin annen senin instagramdaki utanmaz videolarını seyretmiyor mu, senden utanmıyor mu?
Sen, benim annem bunları görürse üzülür demiyor musun?
İnsanlar senden tiksiniyor.
Mesele tercihin değil, pervasızlığın.
Arkanı dönüp, tuhaf kalçalarını utanmazca sallarken, koca ağzınla utanmazca kahkaha atarken, ayakkabıdan şampanya içerken anneni SEN düşüneceksin.
Ben düşünmeyeceğim.
Funda ÖZKALYONCU 10 Kas 2018
Bu köşe yazısı Türkiye’nin en genç gazetelerinden Yeni Birlik‘te yazılmıştır. Eğer köşe yazarının yazısıyla ilgili düşüncelerinizi paylaşmak istiyorsanız aşağıdaki yorum kısmından yazabilirsiniz.
Yeni Birlik Gazetesi’ni Gazete Bayilerinden Temin Edebilirsiniz.