ALTIPATLAR ANAHTAR

YIMG_139AEA-AE3087-0475BF-B1A48D-FC7CC0-D3F590-4

Oscar Wilde konferanslar vermek için gittiği Amerika’da vahşi Batı denen yerleri de görmek istemiş, oralara uzanıp bir meyhane dolusu kovboya Shakespeare oyunlarını anlatmış.

          Dinleyiciler hikâyelerden hoşlanmış. “Yazanı getir de tanışalım” demişler.

          Wilde onu yapamayacağını, Shakespeare’in ölmüş olduğunu söyleyince bir ağızdan bağırışmış kovboylar: 

          “Öldü mü! Kim vurdu?” 

          Çünkü o ortamda düzenin anahtarı altıpatlar tabancaydı. Ölmek vurulmakla eş anlamlı gibiydi.

          Günümüz Amerikan yaşantısının genelindeki anahtar ise para. Bunun yansımalarını konuşmalarda duyarsınız boyuna. Orada giyinmiş kuşanmış sevgilisini görünce bir erkek en büyük olasılıkla ne der, bilir misiniz:

          “Bir milyon dolara benziyorsun bebek!”

          Amerikan paragözlüğünü alaya alan bir İngiliz yorumcu şunu yazmıştı:

          “Bizde bir centilmen sevgilisine ‘Bir milyon sterline benziyorsun bebek’ dese, leydi onunla çıkmaktan vazgeçer.” 

        Bana bunları düşündüren polis memuremiz Ahu Suna’nın bir sözü olmuştu. Taksim’deki canlı bomba saldırısında omzuna şarapnel parçası saplanmıştı Ahu Hanımın. Allah vermesin o parça bir karış yukarıdan gelseydi kızımız sağ kalmazdı.

         Kendisine büyük geçmiş olsun demiştim. Ama Türkiye’miz öyle sıra dışı bir ülke ki, kapkara olayların bile insanı gülümseten yanları bulunabiliyor.

Azrail’in teğet geçmesiyle ölümcül varta atlatan kızın geceleri bombalı kâbuslar görmesi, çatapat duysa sıçraması, patlayıcılardan ömür boyu nefret etmesi normal olurdu, değil mi?

          Kanaması durdurulduktan, yarası dikildikten, omzu sarıldıktan sonra taburcu edilirken gazetecilerin “Nasılsınız?” sorusuna Ahu Suna’nın verdiği cevap ise harikaydı:

          “Bomba gibiyim.”

          Ölümden döndüğü halde turp gibi olduğunu anlatmak isteyen bomba kurbanı kızcağızın dilindeki sağlık simgesi yine bombaydı!

          Yıllardır şiddet kültürüne o kadar alıştık, maddi manevi patlama çatlamalarla öyle içli dışlı olduk ki, neredeyse çocuklarımızı “Bombam benim” diye öpüp seveceğiz. 

          Oktay Ekşi olayını hatırlıyorsunuzdur. Hürriyet’teki başyazısında “Onlar analarını bile satarlar” demesinin sarsıntısı aylarca sürmüştü. Herkes “O çok nazik insanın bunu nasıl yaptığını anlamadık” demekte birleşiyordu. 

Bilmecenin çözümü o çok nazik insanın üyesi olduğu topluluktaki ruhsal iklimdeydi.

          Eleştirel bakış, kuşkucu yaklaşım, baskıya direniş onuru aydın kişiliğinin özelliklerindendir. Ancak, her şeyde olduğu gibi o konuda da doğru ölçüdür sonucu belirleyen anahtar. İbre toplum yararı gözeticiliğinden uzaklaşıp kişisel aydın pozculuğuna fazlaca kayarsa, eleştiri huysuzluğa, kuşkuculuk paranoyaya, direnişçilik inat fiyakasına dönüşür.

          Bizde karşıt kesimlerin çekişmeleri çetinleştikçe “aydınlar” arasında her şeye otomatik veto modası AKM rezaleti gibi çıkmazlara yol açar oldu.

Gazeteler ve ekranlarda o tutumu benimsemiş yorumcular hasım saydıkları meslektaşları Allah’ın günü aşağılıyorlar. O “hasımlar” da sövgü yarışında geri kalmıyorlar tabii. 

          Anahtarın hakaret olduğu bir ortamda, çok nazik bilinen bir yazarın bile bir gece yarısı öfkesine yenilip ağzını bozmasına şaşılır mı?

Dua edin de başınıza gelmesin.

Refik ERDURAN 15 Eki 2016

Bu köşe yazısı Türkiye’nin en genç gazetelerinden Yeni Birlik‘te yazılmıştır. Eğer köşe yazarının yazısıyla ilgili düşüncelerinizi paylaşmak istiyorsanız aşağıdaki yorum kısmından yazabilirsiniz.

Yeni Birlik Gazetesi’ni Gazete Bayilerinden Temin Edebilirsiniz.

Exit mobile version