Ahmet Taşgetiren: Bir yola çıkıyorsunuz. Onun bir öncesi var. AK Parti bünyesinde uzun bir yürüyüşünüz oldu. 13 yıl bakanlık, 14 yıl MKYK üyeliği yapmıştınız. En uzun bakanlık yapmış kişi olarak görünüyorsunuz. Ama şimdi oradan ayrılıp farklı bir yola çıktınız. AK Parti’de ne oldu da bu uzun beraberliğe son verme gereği ortaya çıktı?
Ali Babacan: Biliyorsunuz ben 2001 yılında siyasete AK Parti’nin kurucu üyesi olarak girdim, partiyi kuranlardan birisi oldum. Uzun yıllar MKYK ve Bakanlar Kurulu üyeliği yaptım. O döneme şöyle bakacak olursak 2001 ekonomik krizi vardı. 28 Şubat’ın atmosferi hâlâ yoğun bir şekilde hissediliyordu. Türkiye 1990’lı yılların siyasi çalkantılarından çıkmaya çalışıyordu. AK Parti bir bakıma bütün bu sorunları aşmak için, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu derin, uzun süren sorunları aşmak için, önemli bir çıkış imkânıydı Türkiye için.
Ülkemize hizmet etmenin pek çok farklı yolu var ama, eğer içinde bulunulan şartlar kısa zamanda büyük değişiklikleri gerektiriyorsa, bunu yapmak ancak siyasetle mümkün. Üç nesil ticaretle uğraşan bir ailenin ferdi olarak siyasete girmemin en önemli sebeplerinden birisi buydu.
Uzun yıllar güzel sonuçlar elde ettik. Önemli ilkeler ortaya koyduk. Adaleti tesis etmek, işi ehline vermek, kararları istişareyle almak, kurumların itibarını korumak, şeffaf olmak ve belki de en önemlisi önce insan diyebilmek. Bunlar çok önemli ilkelerdi.
Taşgetiren: AK Parti’nin o dönemdeki ana perspektifiydi.
Babacan: Evet. Kesinlikle. Aynı zamanda insan hakları, özgürlükler, çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi değerler de bizim hep savunduğumuz, inandığımız değerler. Bu ilke ve değerler bizim için dönemsel bir siyasi tercih değil. Bizim ahlaki ve toplumsal hayat ideallerimiz bunlar. AK Parti ile beraber bütün bu ilke ve değerleri hayata geçirmeyi amaçladık. Bunların uygulandığı süre içerisinde çok güzel başarılar elde ettik. Türkiye dünyada çok itibarlı bir ülke oldu. Türkiye’nin uluslararası sistemdeki, uluslararası ilişkilerdeki etkisi arttı. Ve halkımızın refah seviyesi de ciddi şekilde yükseldi. Genel anlamda Türkiye’de yaşam kalitesi yükseldi. Bütün bu başarılardan sonra, Türkiye’nin şu anda içinde olduğu durum gerçekten bizi üzüyor. Ve niye bu durumda ülke diye baktığımızda da bu ilkelerden ve değerlerden uygulamada uzaklaşılmış olması bu sorunların ana kaynağı maalesef.
“Hayalimiz bu değildi”
Taşgetiren: Sizin için kırılma nerede başladı?
Oğur: Aynı soruya ek olarak istifa mektubunuzda “aklen ve kalben bir ayrışma yaşadım” dediniz. Aklen derken kastınız neydi, kalben derken neydi?
Taşgetiren: Aslında o iki kelime özel seçilmiş kelimeler.
Babacan: Evet, evet, öyle. Belki aklen kısmı daha çok ilkelerle ilgili. Bu ilkelere uyulmadığı zaman hatalar, yanlışlar kaçınılmaz. Dolayısıyla burada ciddi bir sebep sonuç ilişkisi var. Kalben diye baktığımızda da aslında burada daha çok değerlerden bahsediyoruz. Bunlar bir ülkeyi yücelten, aynı zamanda o ülkenin insanlarını da daha onurlu kılan, daha başarılı kılan değerler.
Burada hiçbir şahsi mesele yok. Eğer şahsi kırgınlıklar söz konusu olsaydı benim 2003’te bırakmış olmam gerekiyordu, bırakın böyle 13 yıllık bakanlık dönemini. Hemen ilk birkaç olayda bırakmam gerekiyordu. Ülke meselelerinde kırılmak olmaz, gücenmek olmaz, küsmek olmaz. 82 milyondan bahsediyoruz. Şahsi duygularla hareket etmek mümkün değil. Ama insanın önemsediği değerler olur, o değerlerin örselenmesinden de rahatsız olur. Şeffaflığı çok önemsedik mesela. Kamuoyu yönetiminde ve siyasette etiği çok önemsedik. Bu konularda problemleri gördüğümüzde de çok geniş çalışmalar yaptık. Kanun tasarıları hazırladık, sunuşlar yaptık. Dünyadaki örnekleri inceledik. Ama bu çabamızda başarılı olamadığımızda da kalbimizde bir kırıklık oluştu doğrusu. Çünkü hayalimiz bu değildi. Çok daha farklı bir Türkiye istiyorduk. Çok daha farklı bir tutum, duruş hayal ettik doğrusu. Bu şahsi değil memleket adına bir hayal kırıklığı oldu.
Yani böyle tek bir kırılma noktası yok. Aslında bir süreç bu.
Taşgetiren: Son istifa sürecinizde sanıyorum Sayın Cumhurbaşkanı’nın “beraber çalışalım, düzeltelim” gibi bir şey söylediği yansıdı kamuoyuna.
Babacan: Ben Sayın Cumhurbaşkanımıza gelecekle ilgili yeni çalışmaların yapılması gerektiğini ifade ettim. Her alanda yeni stratejiler, yeni programlar, yeni planlar yapılması gerekiyor. Yeni bir gelecek vizyonu gerekiyor Türkiye için. Ama bu çalışmaları mevcut bir siyasi partinin içinde yapmak çok zor. Çünkü parti disiplini diye bir gerçek var. Söylenmiş pek çok söz var. Takınılmış tutumlar var. Pek çok konuda görüş ayrılıkları da var. Bunlar çalışma alanını çok çok daraltıyor. Bu çalışmaların gerçekten tüm Türkiye’ye hitap edebilmesi için, bu çalışmaların gerçekten bugünün Türkiye’sinin sorunlarına cevap olabilmesi için bağımsız, özgür bir çalışma olması gerekiyor ve sıfırdan başlamak gerekiyor. Beyaz sayfalarla çalışmaya başlamak gerekiyor.
“2001’deki gibi değil, artık bütün toplumun dertleri va
Oğur: İstifa mektubunuzda da vardı “beyaz sayfa” sözü. Bu şu açıdan önemli, siz bir hikayenin parçasıydınız 2002’den itibaren. Sizinle şu anda beraber siyaset yapanlar da öyleydi. O yüzden buradan çıkacak yeni hareket acaba 2002 AK Parti ilkelerine, değerlerine dönüş, eskiye dönüş, bir revizyon hareketi mi olacak gibi kafalarda soru işaretleri var. Sizce 2002’deki AK parti vizyonu şu an Türkiye’ye bir şey söylüyor mu? Yani bununla devam edilebilir mi yola?
Babacan: AK Parti’nin kuruluş döneminin şartları ile bugünün şartları çok farklı. O dönemde 28 Şubat süreci vardı. Toplumun bazı kesimlerinin özgürlük alanının oldukça daraldığı, temel haklar konusunda ciddi sıkıntılar yaşadığı bir dönemdi. Toplumun bazı kesimlerinin baskı altında olduğu, ötelendiği bir ortamda AK Parti ortaya çıktı. Şimdi baktığımızda durum çok farklı. Yine bir özgürlük sorunu var Türkiye’nin. Yine bir temel haklar sorunu var. Ama bunların niteliği değişti. Daha farklı kesimleri de ilgilendiren sorunlar haline geldi bunlar. Ayrıca, Türkiye’nin bir adalet sorunu var. Bir ekonomi sorunu var.
Bu sorunlar her kesimi ilgilendiriyor. Şu anda toplumun tümünün ortak dertleri var. Dolayısıyla, bugünkü çalışmanın hem kaynaklandığı ortam hem de nihayetinde hedeflediği kitle 2001 şartlarına göre çok çok farklı. Bu başlattığımız çalışma bütün toplum kesimlerini dikkate alan ve ortak sorunlara ortak dertlere çözüm üretmek için başlatılan bir çalışma.
Üstelik bu çalışmanın kendi iç ilke ve prensip silsilesi de olacak tabii. Bu ilkelerin, yazılı olması gerekecek ve uzun vadede de korunması gerekecek. Zaman içerisinde ilkelerin, değerlerin önemini yitirip, kişisel görüşlerin, kişisel dürtülerin ağır basması maalesef her kurumda bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bunun için de ilkeleri koruyan ve uygulamayı garanti altına alan süreçlerin belirlenmesi ve yapıların kurulması gerekiyor.
Siyasi partiler, demokrasilerin asli unsurları. Demokrasiyi özümsemiş bir siyasi partinin öncelikle kendi içinde demokrasiyi işletmesi gerekiyor. Hukuku önemseyen bir siyasi partinin öncelikle kendi iç hukukuna, ilkelerine bağlı olması gerekiyor. Devlet yönetiminde şeffaflığı savunan bir siyasi partinin öncelikle kendi içinde ve topluma karşı şeffaf olması gerekiyor.
“Türkiye’nin başarılı dönemlerinde mutfakta olan ekip bizimle birlikte”
Oğur: Çok kutuplaştı toplum. Çok güçlü, uzun süreli bir iktidar var. Siz de o iktidarın bir parçasıydınız. Yeni, farklı toplumsal kesimleri sizinle beraber siyaset yapmaya nasıl ikna edeceksiniz, zor olmayacak mı?
Babacan: Bizimle çalışmak isteyen insanlara bakınca şu çok güzel. Kendiliğinden bize gelen insanlar toplumun her kesiminden. Bu doğal bir şekilde böyle gelişiyor. Türkiye’nin en önemli sorun alanları özgürlük, adalet ve ekonomi. Bizim bu konularda samimi bir şekilde çalışacağımıza insanlar inanıyor. Toplumsal araştırmalarda ekonomi daha ön planda bir sorun. Ama şöyle bir geriye çekilip gelecek açısından değerlendirme yaptığınızda, ekonomi iner çıkar ama, özgürlük ve adaletle ilgili konular çok yakıcı konular.
Ekonomide biz defalarca kriz yönettik. Türkiye’yi çok zor bir dönemde devraldık. Düşünün, 34 yıl çift haneli, üç haneli enflasyon olmuş bu ülkede. 2 yılda tek haneye indirdik, paradan 6 sıfırı attık. İki yılda yaptık bunları. Ekonomide rasyonalite olduktan sonra çabuk toparlanıyor işler.
Adalet, özgürlük ve ekonomi herkesi ilgilendiriyor. Bu üç konuda da bizim samimiyetimizi insanlar biliyor. Bu sorunları çözme kapasitesinin ve niyetinin bizde olduğunu da görüyor insanlar. Niyet ve kapasite. Önce niyetiniz var mı, sonra kapasiteniz var mı? Geçmişe doğru bakın, Türkiye’nin başarılı olduğu dönemleri düşünün. Ekonomide başarılı olduğu dönemleri, dış politikada başarılı olduğu dönemleri, Avrupa Birliği reformlarında başarılı olduğu dönemleri. O dönemlerin arkasındaki, mutfağındaki ekibin tamamı bizim arkadaşımız şu anda. Bu çok büyük bir avantaj. Uygulama tecrübesi olan isimler bunlar.
Oğur: O zaman biraz isim verin, hatırlayalım biz de o isimleri
Babacan: Yok, bu aşamada isim telaffuz etmeyeceğim. İnşallah kadromuzu topluca, hep beraber günü geldiğinde açıklayacağız. Bu konuda benden duymadıkça, hiçbir söylentiye inanmayın. Hem siyaset hem de bürokrasi çevrelerinden uzun süredir tanıdığımız, sevdiğimiz, güvendiğimiz arkadaşlarımız zaten bizimle beraberler. Bugünlerde ise vaktimizin büyük bir bölümünü yeni arkadaşlarla tanışmaya ayırıyoruz.
“Gönlümüzden geçen 2020’den önce tüzel kişiliği kurmak”
Oğur: Peki ne zaman gelecek günü? Cevabı en merak edilen soru bu.
Babacan: Müsaade ederseniz şunu hemen bir tamamlayayım. Arkadaşlarımızın kimisi dışarıdan bize destek veriyor, verecek. Kimisi zaten çalışma ekibimize girmiş durumda. Bu çalışma ekibinin kapasitesi konusunda iddialı konuşmaktan çekinmiyorum.
Bir de şu var, içi yanan çok insan var, çok dertli insan var. Katkıda bulunma imkanı, becerisi, birikimi olan çok insan var. Bunlar bir sorumluluk hissediyor üzerinde. Durum bu kadar kötüyken, Türkiye’nin geleceğiyle alakalı böyle iyi niyetli bir çalışma başlamışken, ben bu çalışmaya katkı vermeliyim diye ahlaki sorumluluk hissedip gelen çok sayıda insan var. Çok mutluyuz doğrusu. Samimiyetle söyleyeyim, bu kadar beklemiyordum. Bu kadar geniş kesimlerden, bu kadar donanımlı insanların bu kadar erken aşamada çalışmaya istekli olacağını beklemiyordum. Oldu çok şükür.
Bu arkadaşların tamamı siyasi yapı içinde olacak diye bir şey yok tabii. Bazıları diyor ki, size her türlü katkıyı vermeye hazırız, bilgimizle, tecrübemizle ama bilin ki siyasi yapı kurulurken biz dışarıdan destek vereceğiz, içeride olmayacağız. Bunun siyasette çok örneği yoktur. İnşallah iyi bir şey ortaya çıkacak.
Oğur: O zaman şunu bir netleştirelim. Çalışmalardan, toplantılardan bahsettiniz, son olarak da “siyasi yapı kurulurken” dediniz. Bir parti kuruluyor değil mi?
Babacan: Onu yeterince ilan ettiğimizi zannediyorum. (Gülüyor)
Oğur: Ama bunu sizin ağzınızdan duymak önemli.
Babacan: Bu bir düşünce kuruluşu, düşünce kulübü değil. Uygulanacak, uygulamaya dönük politikalar üzerinde çalışıyoruz ve bunu uygulayacak ekipleri oluşturuyoruz şu anda.
Oğur: Peki takvim?
Babacan: Öncelikle ekibin gerçekten gönlümüze uygun bir ekip olması lazım. Çok sayıda insanla görüşüyoruz, değerlendiriyoruz. Bu biraz vakit alacak. Ama vakit derken de çok ucu açık bir süreçten bahsetmiyoruz. Bu geniş ekiple politika çerçevelerini çalışacağız. Tabii öyle çok detaylı projeler, spesifik binlerce sayfalık program detaylarından burada bahsetmiyoruz. Ama bu ekibin ortak vizyonunu kurgulayacağız.
Bunları dikkate aldığımızda gönlümüzden geçen takvimler 2020’yi göstermeden tüzel kişiliği kurmak. Kalite çok önemli burada. Ne insan kaynağından ne de yapılacak işin kalitesinden asla taviz vermek istemiyoruz. Takvim konusunu yaklaşık olarak bir takvim olarak ifade etmekte fayda var.
Oğur: Partinin adı belli mi, hiç düşündünüz mü parti adı, şimdi siz söylemezsiniz ama biz yine de soralım.
Babacan: Bu hep beraber düşünülmesi gereken bir konu tabii. Ekip netleşince alternatifler tartışılacak.
Taşgetiren: Türkiye’de böyle bir siyasi yapıyı kurmak bugünkü ortamda çetin bir işi göze almak anlamına da geliyor. Nitekim suçlamalar oluyor. Ümmeti bölmek gibi, ihanet gibi, arkadan hançerlemek gibi, trenden inmek gibi, bunlar endişeye sevk etmiyor mu sizi böyle bir yola girdiğinizde?
Babacan: İlginçtir, bu ifadeler aslında AK Parti kurulurken de çok sarf edildi. AK Parti kurulurken önde gelen isimlerle ilgili bu ifadeler çok kullanıldı. Hatta bugünkü ifadelerden daha ağır ifadeler kullanıldı. O dönemi bir hatırlamak lazım.
Taşgetiren: ‘Bizans’ın çocukları’ denmişti.
Babacan: Evet. Böyle bir şey olduğunda rutinleşmiş bazı ifadeler var demek ki. Burada söz konusu sadakatse öncelikle şunu söylemek lazım. Biz ilkelere ve değerlere sonuna kadar sadığız. Baştan da söyledim bu bir siyasi tercih değil. Bu bizim hayat idealimiz. 20 sene önce böyleydi, 20 sene sonra farklı olacak değil. Devlet açısından da, geri çekilip baktığınızda, vatandaşlık en temel ilke. Yani topluma nasıl bakıyorsunuz. Bir devlet olarak, bir iktidar partisi olarak topluma nasıl bakıyorsunuz? Bizden-sizden mi, ben-o diye mi, beriki-öteki diye mi yoksa ‘bütün toplum benim vatandaşımdır’ diye mi bakıyorsunuz? Bölme ifadesi kullanıldığı için bunu özellikle ifade ediyorum. Devlet öncelikle her bir vatandaşına aynı yakınlıkta olacak. Ve vatandaşlar arasında mutlaka adalet ve fırsat eşitliği tesis edecek. Devletin bir varoluş sebebi adalettir. Tek bir varoluş sebebi varsa adalettir o.
Taşgetiren: “Devletin dini adalettir.”
Babacan: Evet, Hz. Ali’nin sözü. Milletin birliğini, toplumsal huzur ve barışı ancak fırsat eşitliği ve adaletle sağlayabilirsiniz. Devlet eğer farklı kesimlere farklı farklı bir bakış geliştiriyorsa o toplumda milli birlik ve beraberlik olmaz. Devlet insanların Türkiye’nin hangi bölgesinden geldiğine bakamaz. İnsanları yaşam tarzlarına göre, inançlarına göre ayrıştıramaz. Devletin görevi bu değil. Devletin vatandaşı olan herkese aynı samimiyetle bakabilmesi lazım. Türkiye için şu anda şiddetle ihtiyaç duyulan bu. Düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü. Devlet bunun bizzat teminatı olmak zorunda.
“Biz bölen olmayacağız, toplumu birleştirmek için yola çıktık”
Siyasette farklılıkları istismar etmek çok yanlış bir iştir. Maalesef şu anda Avrupa’da örneği çok, başka ülkelerde de örneği çok. O andaki siyasi desteği artırmak adına bunu yapıyorlar. Dünyada popülizm dediğimiz biraz da bu. ABD’den bahsediyorsak Meksikalı göçmenleri öteliyorsunuz. Avrupa’dan bahsediyorsak Türkleri ya da Müslümanları öteliyorsunuz. Bir öteleme ihtiyacı var, kendine taraftar toplayabilmek için. Devlet bunları yapamaz.
Bir de şu var; bizim toplumumuzda birlikte yaşama arzusu çok kuvvetli aslında. Toplumun böyle bir derdi yok. Bakıyorsunuz üniversite kampüslerinde böyle bir sorun yok, alışveriş merkezlerinde böyle bir sorun yok. Halkın kalabalık olduğu yerlere gidip bakın, toplum çoktan birbiriyle kucaklaşmış durumda.
Siyaset farklılıklar üzerinden bir ayrıştırma yapıyor, bu çok tehlikeli ülkenin geleceği için. Herkesi olduğu gibi kabul etmek lazım. Farklı kimliklere saygı göstermek lazım. Türkiye’nin gerçek gücü böyle ortaya çıkacak. Büyük sorunlarla karşı karşıyayız. Halkın omuz omuza vermesiyle aşılacak bu sorunlar.
Buradan baktığımızda biz bölen olmayacağız asla. Tam tersine birleştiren ve buluşturan olmak için yola çıkmış durumdayız. Dürüst, akılcı, serinkanlı, sakin ve incelikli bir dil kullanacağız. Türkiye gerginlik politikalarından yorgun düştü artık.
Oğur: Ama yine de muhafazakar seçmen açısından bir parçayı koparan bir siyasi hareket gibi görüleceksiniz.
Babacan: Ama biz şu anda ekibimizi açıklamış durumda değiliz ki. Şu anda biz kimlerle çalışacağız, ekibimiz kim, kompozisyonu belli değil. Tamam istifa ettik, ekip oluşturmak için yola çıktık. Ama nihai ekibin nasıl olacağını henüz kimse görmedi. Tabii ki toplumun muhafazakar kesimi çok çok önemli ama şu anda Türkiye’nin ihtiyacı olan siyasi hareket toplumun tek bir kesimini hedefleyen bir siyasi hareket değil. Onu yapan çok. Herkesin kendi nişi var, hitap ettiği kitle var. Biz böyle olmak istemiyoruz. Biz toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren, toplumun bütün kesimlerini yatay kesen sorunlardan ve o sorunlar için üreteceğimiz çözümlerden bahsedeceğiz.
Oğur: Mülakatı okuyacak insanların bir kısmı AK Parti de bir zamanlar bunları söylüyordu, bir kere daha niye güvenelim ki diyebilir.
Babacan: Bunun en önemli güvencesi bizim oluşturacağımız çok sesli ve farklı kesimlerden gelen insanlardan oluşan ekibimiz olacak. Dolayısıyla bu dar bir kesimin içinden çıkan bir hareket değil. Türkiye’nin geniş kesimlerini temsil eden bir çalışma. Biz insan kaynağı ile ilgili iki kriter koyduk. Bir; iyi insan olsun istiyoruz, iki; işinde iyi olsun istiyoruz. Başka da hiçbir kriterimiz yok. İyi insan derken sözünde duran, konuşunca doğruyu söyleyen, bir şeyi rahatça emanet edebileceğiniz, evrensel ve ahlaki normlar içerisinde iyi insanlardan bahsediyoruz. İşinde iyi derken de yani hangi işi yapıyorsa o işte başarılı olsun iyi yapsın. Onun haricinde de başka hiçbir kriterimiz yok. Ülkenin hangi coğrafyasında geldiğine bakmıyoruz insanların. İnsanların kendi yaşam tarzları, kendi seçenekleri farklı olabilir. Etnik, mezhepsel farklılıklar olabilir. Ama eğer Türkiye toplumu bütün bu farklı kesimlerden oluşan bir toplumsa ve şu andaki ihtiyaç bütün kesimlerin sorunlarını çözmek için başlatılması gereken bir çalışmaysa, o zaman biz bu çalışma ekibinde adeta Türkiye nüfusunun özeti diyebileceğimiz bir kompozisyon istiyoruz.
İstiyoruz ki ekibimizdeki her bir arkadaşımız oluşturacağımız politikaların sahibi olsun. Herkes desin ki, “İlk tuğlaları koyanlardan birisi de benim. Kuruluştaki temel harcında benim de emeğim var”.
Ak Parti’nin en önemli ilkelerinden biri de 3 dönem kuralıydı. Bu basit bir kural değil. Günlerce haftalarca tartışmalardan sonra o kural yazıldı. Ve ilk kuruluşta üç dönem kuralı “üç dönem nokta” şeklindeydi. Üç dönemden sonra ciddi bir insan kaynağı değişikliğini öngören bir kuraldı o. Sonra o kural kademe kademe gevşetildi. En sonunda da MKYK’nın inisiyatifine bırakılan ve istisnalar uygulanabilen bir hale geldi. Ömrü uzun olan kurumlarda ilkeler ve kurallar baki, ama insanlar fani. Dolayısıyla insan kaynağı yapısının belli bir zaman içerisinde yavaş yavaş tazelenmesi gerekiyor ki kurallar kalıcı olsun. Aksi halde kişisel inisiyatifler, görüşler, dürtüler ağır basmaya başlayabiliyor. O zaman kurallara kimse bakmamaya başlıyor. Bu bir tuzak ve tehlike. Bu yüzden bu ilkelerin sadece lafta kalmaması lazım.
Taşgetiren: Rahmetli Özal’daki dört eğilime, sizin hareketinizden bahsedilirken benzetme yapılıyor. Reel olmayabilir gibi bir eleştiriyi dikkate alıyor musunuz?
Babacan: Şu açıdan doğru. Rahmetli Özal o günün şartlarında gerçekten güzel bir perspektif ortaya koymuş 1980 ihtilalinden sonra. O zaman anarşi diye bir gerçek vardı, sağ sol bölünmesi vardı. Farklı eğilimler vardı toplumda, dört eğilim o. Ama bugünkü duruma baktığınızda çok daha farklı bir toplumsal yapıyla karşı karşıyayız. Eski klasik terminoloji, sağ, sol, muhafazakâr, liberal terminolojisi bile özellikle gençler için önemli ölçüde anlamını kaybetti. Bu terminoloji gençlerde bir karşılık bulmuyor artık. Biz gelecekten bahsedeceğiz, çözümlerden bahsedeceğiz. Geçmişin klasik terminolojiyle, geçmişin parametreleriyle hareket etmeyeceğiz. Geleceğin bakış açısını yakalamaya çalışacağız.
“Biz de susmadık, susamadık, karar verdik ve çalışıyoruz”
Taşgetiren: Gençlikte eğitim seviyesi yükseldikçe AK Parti’ye verilen oyların düştüğü şeklinde bazı tespitler vardı. Yani gençlikle nasıl bir iletişim hedefleniyor?
Babacan: Bugün gençlerimizin haklı kaygıları var. Aynı zamanda bambaşka hayalleri var. Dünyayı biliyorlar, tanıyorlar. Söyleyecek çok sözleri var. Sorunların çözümü ve geleceğin tasarlanmasında sorumluluk üstlenmeye hazırlar. Müthiş bir potansiyel var. Türkiye’nin gerçek gücü de burada aslında.
Kuşkusuz gençlerle grup grup oturuyoruz ve onların görüşlerini dinliyoruz. Gençler Türkiye’nin en iyi dönemlerini yaşadılar. 2001 öncesini bilmiyorlar. Bir de ülkenin bugün içinde bulunduğu durumu idrak ediyorlar. Dolayısıyla daha iyisini gördükleri için şu andaki durumdan çok şikayetçiler.
Geçenlerde üniversite sınavlarında yüksek başarı elde etmiş bir grup gençle uzun bir sohbet yaptık. En büyük şikayetleri de kendilerini ifade edememeleri. Özgür bir tartışma ortamı olmaması Türkiye’de. Tweet atmaktan korkar hale gelmişler. Fırsat eşitliğinin olmamasından da şikayet ediyorlar. Gençlerde adalet hissi çok yüksek.
Bilgiye artık çabuk ulaşıyorlar. Matbaanın icadı tarihte nasıl bir dönüm noktasıysa, bu akıllı telefonlar da bir o kadar bir dönüm noktası tarihte. Herkesin cebinde dünyaya açılan bir pencere var. Artık çocuklar anne babalarını her şeyi bilen olarak görmüyorlar, ellerinin altında telefonlardan açıp bakıyorlar, bak böyleymiş diyorlar. Dünyayla daha entegreler. İyiyi görüyorlar. İyiyi gördükleri zaman daha azıyla tatmin olmuyorlar. Çok doğal. Bir ülkeyi kapattığınızda, kapalı bir ülkede eğer o ortamdan başkasını insanlar görmüyorsa, o hayat onlara doğal gelebilir. Bütün dünyayı öyle zannedebilirler. Dolayısıyla daha iyiyi gören daha iyiyi idrak eden insanların daha azıyla yetinmesi mümkün değil. O yüzden onların beklentilerine, hayallerine cevap verecek, bunun için de samimi bir şekilde çalışacak siyasi bir yapıya ihtiyaç var.
Oğur: En son bir rap klibi çıktı. “Susamam” adlı. İzleyebildiniz mi?
Evet izledim. Çok güzel hazırlanmış. Sorunlar ve kaygılar gayet güzel işleniyor. Harekete geçilmezse, bir şey yapılmazsa, susulursa olacaklardan herkesin sorumlu olduğu vurgulanıyor. Etkilendim doğrusu. Biz de susmadık. Susamadık. Karar verdik ve çalışıyoruz
“Ahmet Bey’e saygılıyız ama yöntem ve üslubumuz farklı”
Oğur: Gençlik demişken, Siz de genç bir siyasetçisiniz. Sizin hareketinizle ilgili konuşulurken, Abdullah Gül’ün desteklediği Ali Babacan deniliyor. Sizin daha tecrübeli siyasetçiler içerisinde onları temsil eden bir yüz olarak bulunduğunuz gibi bir eleştiri alıyorsunuz. Tam olarak liderlik inisiyatifi acaba Ali Babacan’da mı?
Babacan: 1990’lı yıllarda tanıştık Abdullah Bey’le. Kendisini biz ailece severiz, takdir ederiz, saygı duyarız. 2001 yılında beni siyasete davet eden kendisi oldu. Ülke için yaptığımız çalışmalarda bize güçlü bir destek verdi. Dürüst bir siyasetçi. Bu çok önemli. Ve değerli bir devlet adamı. Kendi döneminde büyük başarılara katkı verdi. Önemli hizmetleri oldu.
Abdullah Bey şu anda bizim çalışma şeklimizin ve ilişkimizin yanlış anlaşılmasını istemiyor doğrusu. Öncelikle şunu söyleyeyim, kaygılarımız aynı. Bizim çalışmalarımıza tam destek veriyor. Ayda bir veya iki defa görüşüyoruz. Bilgi ve tecrübelerinden istifade ediyoruz.
Öte yandan Abdullah Bey Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrıldıktan sonra aktif siyasette yer almayacağını kamuoyuna açıklamıştı. Tarafsız Cumhurbaşkanlığı konumundan sonra da bir siyasi parti çatısı altında olmayı doğru bulmuyor.
Şunu da belki vurgulamak lazım. Bizim çalışmalarımızla önemli bir ilkemiz var. Hukuki ve siyasi sorumluluk kimin üzerindeyse ya da kimlerin üzerindeyse, nihai yetkinin de o insanların üzerinde olması gerekiyor. Yani milletimize karşı bizim net, açık ve şeffaf bir yapı kurmamız lazım. Başkası beklenemez. Bu ilişkiyi bu şekilde tanımlamak önemli.
Taşgetiren: İsimlerden bahsetmişken, Davutoğlu ile ilişkinize girmemek olmaz. Tabi kamuoyundan iki hareket de birlikte konuşuluyor. Birbirleriyle ilişkileri de konuşuluyor. Bir kesim birlikte hareket etseler gibi bir beklentiyi de seslendiriyor. Sizin cenahınızdan birtakım rezervler olduğu şeklinde bilgiler geliyor. Tamamen başka yapılar mı ortaya çıkacak? Uzun vadede bir birliktelik olabilir mi?
Babacan: Biz Ahmet Bey’le 2003 yılında tanıştık. AK Parti kuruldu, daha sonra hükümet kuruldu, daha sonra tanıştık. Yakın dost olduk. İlmine saygı duyduğumuz bir insan. Ailecek yakın olduğumuz ve sevdiğimiz birisi kendisi. Ancak siyasetteki önceliklerimiz, izlediğimiz yöntem ve üslup oldukça farklı. Şu anda bizim geleceğe bakmamız gerekiyor ve tam anlamıyla bir ekip çalışması yapmamız gerekiyor.
“Türkiye’nin yakın coğrafyada sözü tükeniyor”
Taşgetiren: Sayın Davutoğlu ile Dışişleri Bakanlığınız sırasında birlikte çalışmaya başlamıştınız. Uluslararası ilişkilerde nerede nasıl problemler görüyorsunuz?
Babacan: Uluslararası ilişkilerde ve dış politikada bir ülkenin itibarı ve güvenilirliği en önemli gücü. Buna bir bakıma sözün gücü de diyebiliriz. Eğer itibarlıysanız ve güvenilir bir ülkeyseniz sözünüz çok güçlü oluyor. Bu sözün gücü askeri güçten veya ekonomik güçten çok daha yüksek olabiliyor. Biz bunu yıllarca yaşadık. İtibarlı ve güvenilir bir ülke olarak uluslararası çıkarlarımızı nasıl koruyabildiğimizi gördük. Dünya barışına ve insanlığa büyük katkılar verdik o dönemde. BM Güvenlik Konseyi’ne seçildiğimiz 2008 yılında 192 ülkeden 151’i Türkiye için oy kullandı. Bu bir rekordu. Pek çok ülke için ilham kaynağı olduk. Son yıllarda durum değişti. En haklı olduğumuz konularda yalnız kalıyoruz. En yakın coğrafyamızda söz tükeniyor. Artık askeri güç kullanma mecburiyeti oluşuyor. Türkiye’nin uluslararası çıkarlarını korumak, kendi iç demokrasimizle de çok alakalı. Eğer içerde demokrasi iyi işliyorsa o zaman dış tehditlere ve şantajlara karşı daha korunaklı bir yapınız oluyor.
Bir başka önemli konu da şu: Türkiye’nin halihazırda kurucusu ve üyesi olduğu uluslararası kurumlar var, parçası olduğu ittifak sistemleri var, tarafı olduğu anlaşmalar var. Bunlar birçok acı tecrübeden sonra devlet politikası olarak benimsenmiş, yıllarca süren müzakereler sonucunda elde edilmiş kazanımlar. Üstelik bunlar Türkiye’yi daha öngörülebilir bir ülke haline getiren unsurlar. Son dönemde ülkemizin bu kazanımlarının da risk altına girdiğini görüyoruz ve bu bizi tedirgin ediyor.
Taşgetiren: Türkiye’nin bir Suriyeli göçmen meselesi var artık. Bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?
Babacan: Suriyeli göçmenler öncelikle bir insanlık sorunu. Bizim açımızdan ayrıca bir sosyal sorun, bir ekonomik sorun. İlk yıllarda Suriye’deki tablo geçici bir durum olarak değerlendirildi. Savaştan ve ölümden kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyelilere göçmen denilmedi, misafir denildi. Onların Türkiye’deki varlığı da geçici bir durum olarak değerlendirildi. Bugün geldiğimiz noktada ise hem Suriye’deki durumun hem de Türkiye’deki Suriyelilerin durumunun kapsamlı ve gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Konunun siyasi, ekonomik ve toplumsal boyutlarının tüm yönleriyle analiz edilmesi ve yeni bir strateji geliştirilmesi gerekiyor. Bunu yaparken ilgili tüm ülkelerle de istişare içinde olunması gerekiyor.
“Bakanlıktan ayrıldığımda faiz yüzde 10, enflasyon % 7 idi”
Oğur: Tabii şu ana kadar hep siyaset konuştuk. Halbuki bugüne kadar biz sizi hep ekonomi konuşurken hatırlıyoruz. Biraz da ekonomi konuşalım. Siz AK Parti’de uzun süre boyunca ekonominin başındaydınız. O dönem AK Parti’nin ekonomi performansı da iyi bir performanstı. Sonra bir anda bakanlıktan ayrıldınız. Orada tam olarak ne oldu, yolların ayrılmasının sebebi neydi?
Babacan: İlke ve değerlerden uzaklaşılması temel bir sorun. Ekonomide yaşanan sıkıntıların arkasında da aynı sorun var. 2011 seçimlerinden sonra başlayan, özellikle de 2013 sonrasında hızlanan bir sapmadan bahsediyorum. Ekonomide “güven” kavramı başarının en önemli faktörü. Devletin ekonomik aktörlere sürekli olarak güvenilir bir gelecek perspektifi vermesi gerekir. İtibar gören planlar, programlar, yol haritaları hazırlayacaksınız. Söz verince yerine getireceksiniz. Program açıkladığınızda, tavizsiz bir şekilde hayata geçireceksiniz. Politika belgelerinde ilan ettiğiniz tüm ilkeleri sonuna kadar savunacaksınız, uygulayacaksınız. Şeffaf olacaksınız. Tutarlı olacaksınız. Öngörülebilir olacaksınız. Kurumların itibarını koruyacaksınız. Kurallara uyacaksınız. Piyasa ekonomisinin ruhu ile ters düşen müdahale ve uygulamalardan uzak duracaksınız. Bunlara dikkat etmediğinizde güven oluşturmak mümkün değil. Politika uygulamalarında tutarlılık, öngörülebilirlik, kök nedenlere odaklanmak ve bütüncül bir yaklaşım ortaya koymak, ekonomik sorunlarla etkili mücadele etmenin olmazsa olmaz koşulları.
2002 yılında ilk hükümet kurulduğunda yukarıda saydıklarımın hepsini tek tek gerçekleştirmeye başladık. Olağanüstü başarılara imza attık. Bunlardan sapmalar meydana geldiğinde de sıkıntılarla karşı karşıya kaldık. Doğrular için içeride büyük bir mücadele verdim. Bakanlık dönemimin son yıllarında bu konulardaki görüş farklılıklarının bir kısmı kamuoyuna da yansıdı. Bir süre sonra da durum sürdürülemez bir hal aldı.
Oğur: O zamanlar bizim hatırladığımız bir faiz tartışması vardı. Hatta Merkez Bankası Başkanı da o yüzden görevden alındı. ‘Faiz lobisinin adamı’ gibi sözler de söyleniyordu.
Babacan: Şimdi sonuçlara bakalım. Bizim görevde olduğumuz dönemde, benim bakanlıktan ayrıldığım dönemde Hazine yaklaşık yüzde 10 faizle borçlanıyordu. Enflasyon %7 idi. Bugünkü rakamları takip ediyorsunuz. Artık biz yokuz, bambaşka bir ekip görevli. Şu anda iktidarın yapmak isteyip de yapamayacağı hiçbir şey yok.
Taşgetiren: İndirebilirsiniz diyorsunuz yani.
Babacan: Merkez Bankası politika faizinin ne olacağı tamamen otoritelerin elinde. Ben görevden ayrılalı 4 yıldan fazla oldu. Bu süre içerisinde her türlü politika revizyonu olabilirdi. Bugün hâlâ yapılabilir. Ama işin bir de gerçeği var. Ekonominin kendine has kuralları var.
Biz iki yıldır üzerinde çalıştığımız raporla bütün dünya genelinde borçluluğun bir sorun olduğunu, özellikle faizli muamelelerin rakam olarak hane halkı için de şirketler için de bankalar, devletler için de çok büyüdüğünü, bunun da dünya finansal riskleri açısından zarar vereceğini açıkladık. 100 sayfalık raporla pek çok öneri de sunduk. 16 kişilik uluslararası bir heyet olarak sunduk bu önerileri. Ve o önerilerimizin içinde özellikle borç-alacak ilişkisine dayanmayan, yani faize dayanmayan finansal metotların tüm dünyada daha çok uygulanmasının gerektiğini de bir tespit olarak ortaya koyduk. Bunu G20’ye önerdik. Ki onlar istemişti bizden bu çalışmayı. 16 kişilik uluslararası heyetin ortak kanaati olarak koyduk. Alternatif metotlar tabi ki var ve daha da yaygınlaştırılmalı.
Dışa açık bir ekonomi olarak ve dışarıdan finansman ihtiyacı olan bir ekonomi olarak devletin farklı alternatifteki finansman imkanlarına da açık olması gerekiyor. Farklı metotları da ön plana çıkarabilirsiniz. Ama bu geçiş esnasında uluslararası kabul edilmiş temel iktisat normları önemli. Bunların dışında hareket edildiğinde bırakın faizlerin düşmesini, olması gerekenin çok daha üstüne çıkabiliyor. Bugün Avrupa Merkez Bankası eksi faiz uyguluyor. Bugün Almanya borçlanırken eksi faiz var. Bugün Bulgaristan hükümeti eksi faizle borçlanıyor. Türkiye’nin borçlanma rakamlarına bakıyorsunuz, çok daha yüksek faizler ödeniyor. Ben buna da üzülüyorum açıkcası.
Her neyse, bu tartışmalar artık geride kaldı. Artık biz geçmişle uğraşmak istemiyoruz açıkcası. Zaten onun için geleceğe yöneldik.
“Türkiye içine kapandığı zaman fakirleşir, demokrasisi zayıflar”
Oğur: Sizin sermaye gruplarına yakın olduğunuz, arkanıza Batı dünyasının desteğini aldığınız, Bilderbergçi olduğunuz gibi birtakım iddialar, intibalar var. Bunlara nasıl bakıyorsunuz?
Babacan: AK Parti kurulduğunda partinin önde gelen isimleriyle ilgili de aynı iddialar gündeme getiriliyor, burada ifade edemeyeceğim daha ağır sözler sarf ediliyordu. Bunlar hep unutuldu.
Türkiye dışa açık bir ülke, dışa açık bir ekonomi olmak zorunda. Türkiye içine kapandığı zaman fakirleşir, demokrasisi zayıflar. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur. Biz yıllarca ülkemizin uluslararası yatırımlardan aldığı payı artırmak için çalıştık. Yatırım, üretim ve istihdam için büyük bir çaba ortaya koyduk.
Dünyanın en büyük yatırımcılarını Türkiye’ye yatırım yapmaları için ikna ettik. Bu süreçte tabi ki çok geniş bir çevremiz oluştu. Dünyanın dört bir yanında tanıdığımız, ülkemize faydalı olsun diye görüştüğümüz insanlar oldu. Dünyayla olan siyasi ve ekonomik ilişkilerimizi geliştirmek için pek çok uluslararası toplantıya katıldım. Bu programların hepsi hükümet kararıyla ve yerime vekil bakan görevlendirilerek yapıldı. Hepsi Resmi Gazete arşivinde, hepsi şeffaf.
Özellikle ilk yıllarda partinin ve hükümetin siyasi kimliğini anlatabilmek için özel bir çaba gerekiyordu. Dünyada önyargılar vardı, kaygılar vardı. Bunları aşmak için özellikle de bize çok uzak duran kurumlarla görüştüm, toplantılarına katıldım. Kim olduğumuzu, neyi hedeflediğimizi ilk ağızdan muhataplarımıza anlattım.
“Türkiye yüksek enflasyon-düşük büyüme-yüksek işsizlik sarmalına girdi”
Taşgetiren: Peki Türkiye ekonomisini en iyi bilen isimlerden biri olarak baktığınızda bugün ekonomide en kritik sorun olarak neyi görüyorsunuz?
Babacan: Şu anda ekonomimizin en önemli sorunu öngörülebilirlik sorunu. Yazılı politika dökümanlarının gelecek perspektifi vermesi gerekiyor. Başta bağımsız kurumlar olmak üzere kurumların itibar ve güvenilirliğini artırmak gerekiyor. Para politikasının, maliye politikasının ve makro ihtiyati tedbirlerin birbiriyle uyumlu olması gerekiyor ve öngörülebilir olması gerekiyor. Yapısal reformların yeniden canlandırılması gerekiyor. Türkiye son dönemde, 90’lı yılları andıran yüksek enflasyon – düşük büyüme – yüksek işsizlik sarmalına girdi. Gelir dağılımı bozuluyor. Büyük çabalar ve fedakarlıklarla elde ettiğimiz ülkemizin ‘yatırım yapılabilir’ kredi notu kaybedildi. “Orta Gelir Grubu”ndan “Yüksek Gelir Grubu”na geçme aşamasına gelmiş olan ekonomimiz “Orta Gelir Grubu”nda tıkandı. Hatta bu gruptaki sıralaması dahi kötüleşmeye başladı. Milli gelirimiz düştü, fakirleştik.
Ülkemizin sadece güncel büyüme ve kalkınma göstergeleri gerilemekle kalmadı, aynı zamanda uzun dönemli büyüme potansiyeli de ciddi bir tehditle karşı karşıya. Gerekenler yapılmazsa Türkiye’nin bu sarmaldan çıkması mümkün olamaz.
Bugün dünyada “eksi” faizler dönemi yaşanıyor. Likiditenin çok bol ve ucuz olduğu bir süreçten geçiyoruz. Böyle bir dönemde Türkiye’de devletin ve özel sektörün bu kadar yüksek faiz ödemek zorunda kalması gerçekten çok üzücü. Türkiye’nin risk priminin acilen düşürülmesi gerekiyor.
Ekonomideki sorunların sebebi sadece ekonomi politikasıyla ilgili de değil. Ülkemizdeki hukuk güvenliği sorunu yatırımcıyı ürkütüyor. Dış politikada dönem dönem ekonomiyi olumsuz etkileyecek gelişmeler yaşanıyor. Güvenlikle ilgili problemlerin ekonomik sonuçları oluyor. Topyekün bir siyasi revizyona ihtiyaç var.
“Şirkete döndüm ama kimse havlu, çarşaf sormadı”
Oğur: Milletvekilliğinden ayrıldıktan sonra aile işine geri döndünüz değil mi?
Babacan: Siyasetin içindeyken defalarca siyasetten ayrılacağım, kendi işime döneceğim diye açıkladım. Ama her defasında benim devam etmem istendi. Ve oldukça da önemli pozisyonlar, oldukça da önemli sorumluluklar üstlendim. Ama bu sorumlulukları kendim öyle çok arzu ettiğim için illa bir pozisyonum olsun diye istemedim. O günün şartlarında benden bunları yapmam istendi ve memleket adına istendi.2018 sonrası her ne kadar niyetim ticarete dönmek olsa da siyasi muhataplarımız, ticari muhataplarımız, herkes benim memleket meseleleriyle ilgilenmemin daha doğru olacağını söyledi. Kimse ticaretle ilgili spesifik sorular sormadı bana. Kimse havlu, çarşaf sormadı. (Gülüşmeler)
“Koalisyon olmayacak dendi, koalisyonsuz seçime gidilemiyor”
Taşgetiren: Cumhurbaşkanlığı hükümet sitemiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Bir yıllık bir uygulama oldu?
Babacan: Esasen böylesine önemli sistem değişikliklerinin 2017’de olduğu gibi olağanüstü şartlarda yapmamak lazım. Yani daha makul, toplumun daha rahat tartışabildiği, insanların rahatça görüşlerini ifade edebildiği bir ortamda bu sistem tartışmalarını yapmak lazım ki doğruyu bulabilelim.
Süreç hızlı gelişti. Dar bir ekip çalıştı. İki parti mutabakatı sonunda yeterince tartışılamadı. Parti içi demokrasi çalıştırılmadı.
Referandum kampanyasında aktif görev almam istendi. Ben reddettim. Artısıyla eksisiyle değerlendirildiğinde, Türkiye için faydasından çok zararı olacağına inandım. Bana soranlara da bunu böyle aktardım.
Şimdi o günkü döneme bir bakın, o günkü kampanyaya bakın. Kampanyadaki en önemli argümanlardan bir tanesi koalisyon döneminin biteceğiydi. Bunları belki çabuk unutuyoruz ama, bugün baktığınızda bırakın koalisyonu, baştan ittifaklar oluşmadan seçime gidilmiyor Türkiye’de.
Burada ilkeler çok önemli. İlkeler dediğimizde, hangi sistem olursa olsun, öncelikle güçler ayrımı yani yürütme, yasama ve yargı arasındaki iyi belirlenmiş çizgiler işin temeli. Eğer denge ve kontrol ilkesinden ve mekanizmalarından bahsediyorsak zaten güçler ayrımı olmazsa olmaz bir şart burada. Güçler ayrımı içerisinde özellikle Meclis’e özel vurgu yapmak lazım. Çünkü Meclis’in temsil gücü çok yüksek. Yani bir yandan bakıyorsunuz 50+1’i alan yürütme organının başında olabiliyor. Fakat Meclis’te yüzde 80, yüzde 90 gibi çok yüksek temsil oranları var. Orada herkes var. Dolayısıyla hangi sistem olursa olsun, Meclis’in güçlü olması lazım. Meclis’in denetim fonksiyonunun çok iyi çalışıyor olması lazım.
Oğur: Yani Cumhurbaşkanlığı veya parlamenter sistem gibi bir tercih yok kafanızda bu ilkeler çerçevesinde?
Babacan: Kuşkusuz benim şahsi bir kanaatim var. Arkadaşlarımızın çoğunun da kanaati aynı yönde. Ancak, bunu bu aşamada açıklarsam doğru olmaz. Geniş bir ekip kuruyoruz ve herkesin düşüncesini dinleyeceğiz. Bu ortak bir kararı olmalı.
Oğur: Az önce olağanüstü hal koşullarından bahsettiniz. Olağanüstü hal kalksa da hala Türkiye’nin havasını etkilemeye devam ediyor 15 Temmuz darbe girişimi. Siz ne hissettiniz darbe girişimi haberini aldığınızda. Neredeydiniz?
Ali Babacan: 15 Temmuz’da ben ailemle beraber tatildeydim, yurt dışındaydım. Ve darbe girişiminden hemen sonra mümkün olan ilk uçuşla Türkiye’ye döndüm. Meclis hedef alınmıştı, F-16 uçaklarıyla bombalanmıştı. Meclis’teki oturumlar oldu biliyorsunuz. Bunlara katıldım. Ankara ve İstanbul’da demokrasi nöbetleri oldu her gece, onlara katıldım. Her iki şehirde farklı meydanlarda konuşmalar yaptım. 15 Temmuz sonrası çok sayıda ülkede FETÖ’nün gerçek yüzünü anlatmak için konuşmalar yaptım. Biliyorsunuz olanlar önceleri dünyada tam anlaşılamadı. Bir sürü farklı teoriler ortaya atıldı. Ve bizden FETÖ’nün gerçek yüzünü dinlemeleri önemliydi.
Bunların karanlık yüzü hem Türkiye’de hem de dünyada artık daha iyi anlaşılmış durumda. Şeffaf olmayan ve takiyye yapan bir örgüt. Türkiye’ye de çok büyük bir zarar verdi. Bu örgütle mücadelenin sonuna kadar da devam etmesi gerekiyor. En küçük bir taviz bile asla söz konusu olmamalı. Bir ülkenin demokrasisini, parlamentosunu, bir ülkenin devlet başkanını hedefleyen bir terör örgütüne mutlaka hak ettiği en ağır ceza uygulanmalı.
Taşgetiren: Mağduriyetler de var.
Babacan: Evet. Öte yandan sürece bakıyoruz, özellikle yargı süreçlerinde benzer durumda olan insanlarla ilgili farklı mahkemelerde farklı kararlar çıkıyor. Uygulamalarda sıkıntılar var ve kurunun yanında yaşın da yandığına şahit oluyoruz. Bu konudaki sorunların çözülmesi için de gayret gerekiyor. Orada adalet mutlaka tesis edilmeli.
Taşgetiren: Size de ulaşıyor mu mağduriyet örnekleri?
Babacan: Tabi çok fazla. Her siyasetçiye geliyor. Burada en önemlisi tutarlılık sorunu. Adaleti mutlaka tesis etmek gerekiyor. Bunun için de özel bir çaba ortaya koymak gerekiyor. Hiç kimse haketmediği bir ceza veya sonuçla karşı karşıya kalmamalı.
Oğur: Sizin isminiz yeni bir siyasi hareket içinde geçince bir FETÖ iddiası ortaya atıldı. Bir eski Hazine çalışanının İzmir casusluk soruşturmasında ismi geçtiği için Hazine’den çıkarıldığı ve kendisi de sizinle ilgili bir suç duyurusunda bulundu. O dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu iddia için ne diyorsunuz?
Babacan: Buna benzer iddialar daha önce de yargının gündemine taşınmıştı. Soyut ve asılsız olduğuna hükmedildi. Bahsettiğiniz son konu da kısa bir zaman içinde karara bağlandı ve kapandı. Burada üzücü olan şu; bu tür asılsız iddialar, oluşturulmaya çalışılan suni gündem, yürütülmekte olan gerçek FETÖ mücadelesine çok zarar veriyor. Orada gerçekten yürütülmesi gereken bir mücadele var ama böylesine asılsız iddialar olduğu zaman gerçek mücadelenin güvenirliliği zedeleniyor. Bu da üzücü bir durum tabii.
“Kürt sorunu bizim en önemli çalışma alanlarımızdan biri”
Oğur: Siz kabinedeyken çözüm süreci vardı. Hatta sizin birlikte hareket ettiğiniz eski bakanlar da bu sürecin önemli aktörleriydi. Fakat bu süreç yürümedi. Ama Türkiye’nin hâla bir Kürt meselesi var. Bunun etrafında bir terör meselesi de var. Bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?
Babacan: Öncelikle devletin tüm vatandaşlarına aynı yakınlıkta olması temel bir ilke. Bunu ne kadar vurgulasak az. Her kimlik bu ülkenin asli unsurudur. Aksi halde aidiyet hissi oluşturamazsınız. Devlet tüm kimliklere saygı göstermek zorundadır. Her bir vatandaşımız, zaten doğal hakkı olan özgürlüklerini doyasıya yaşamalı. Haklar ve özgürlükler devletin vereceği alacağı bir konu olmamalı. Hakları ve özgürlükleri oylatamazsınız. Bu konularda ciddi sorunlar var.
Türkiye’nin bir hak ve özgürlük sorunu var, bunu öncelikle kabul etmek gerekiyor. Aynı zamanda Türkiye’de bölgeler arası gelişmişlik farkı var. Toplum kesimleri arasında sosyoekonomik farklar büyük. Toplumsal hafızada derin yaralar var. Duygusal kopuşlar var. Sertlik politikalarıyla bunların çözülmesi mümkün değil. Vicdanlı olmak lazım.
Öte yandan, ülkemizin büyük bir terör sorunu var. Terör sorununun çözümü için güvenlik tedbirleri şart. Burada taviz asla söz konusu olamaz. Karşınızda silahlı bir örgüt varsa, devletin de güvenlik enstrümanları vardır. Ancak sadece güvenlik tedbirleriyle terör sorununun çözülemeyeceğini bilmemiz lazım. Hem bizim yakın geçmişimiz hem de dünya örnekleri bize bunu söylüyor.
Biz yıllarca şunu yaptık. “Türkiye’de hem özgürlükleri ilerletiyoruz, hem de Türkiye’nin güvenlik konumunu güçlendiriyoruz ve bunu eşzamanlı yapıyoruz. Özgürlüklerle güvenlik arasında bir denge kurmak zorunda değiliz” dedik. Ve bununla yıllarca iftihar ettik. Her iki alanda birden ilerledik Türkiye’de. Sorunların daha fazla demokrasiyle çözüleceğine inandık ve bunu da gerçekleştirdik. Yapmamız gereken o ruhu yeniden yakalamak. Bu konuda da yeniden düşünülmüş stratejilere ihtiyaç var. Burada iyi bir strateji çalışmasına ihtiyaç var. Kürt sorunu şu anda bizim en önemli çalışma alanlarımızdan biri.
Taşgetiren: Burada neyin problem olduğunu düşünüyorsunuz, problemli alan ne?
Öncelikle Türkiye’de büyük bir terör sorunu olduğunu, bir özgürlük sorunu olduğunu, bir hukuk sorunu olduğunu, bir demokrasi sorunu olduğunu, bir ekonomi sorunu olduğunu kabul etmemiz lazım. Sorunları çözmek için önce o sorunların varlığını kabul etmek lazım. Sorunları inkar ettiğinizde çözüme nereden başlayabilirsiniz ki? Bizim Kürt vatandaşlarımızın da, Alevi vatandaşlarımızın da, başka farklı grupların da sorunları var. Bunlardan kaçamayız. Samimi bir çabayla bu sorunların üzerine gitmemiz gerekiyor.
Taşgetiren: Şu anda HDP diye bir olgu var. Yüzde 10-13 civarında oy olarak Meclis’e geliyor. Şu anda devletin HDP’ye karşı bir tavrı sözkonusu. Neredeyse muhatap alınmıyor. Gerekçe olarak da Kandil ile ilişkisi deniliyor. Ama bu sorunu çözmüyor. HDP bir olgu olarak devam ediyor. Nasıl görünüyor sizin açısından?
Babacan: Daha önce de söyledim. Her konuda yeniden üretilmiş stratejilere ihtiyaç var. Her konuda sıfırdan çalışmalar yapmak gerekiyor. Bu sorunun bütün boyutuyla açık yüreklilikle ortaya konulması gerekiyor. Siyasi boyutuyla, güvenlik boyutuyla, sosyal boyutuyla, ekonomik boyutuyla, uluslararası boyutuyla.
“Seçilmişleri sadece bağımsız yargı görevden alabilir”
Oğur: Bu konuda en güncel mesele en son HDP’li üç büyükşehir belediyesine kayyımların atanması. Kayyım kararlarına ne diyorsunuz?
Babacan: Bu konuda eğer sadece yazılı kanun metinlerine bakarsanız farklı bir değerlendirme yapabilirsiniz ama bir de çok önemli demokratik prensipler var: Seçilmiş bir insanı görevinden alabilecek bir gücün sadece ve sadece hukuktan güç alan bağımsız yargıda olması lazım. Çünkü halkın iradesi demokrasilerdeki en önemli güç. Seçilmiş bir insandan bahsediyorsunuz. Seçilmiş bir insan orada sadece bir fert değil. Onun arkasında ona oy veren bazen on binler, bazen yüzbinler bazen milyonlar var. Seçmenin iradesine saygı göstermek gerekiyor. Aksi takdirde demokrasinin tam da özüne zarar vermiş oluyorsunuz. Halkın iradesini dengeleyebilecek güç ancak bağımsız yargı olabilir. Yoksa vicdanlarda derin yaralar açılır. Bir de burada tabi güvenilir ve bağımsız bir yargı gerekiyor. Demokrasi önemli ama hukuk da çok önemli. Demokrasilerde hukuku göz ardı ederseniz, demokrasi bir süre sonra otokrasiye dönüşebilir.