SEDAT PALUT/İSTANBUL
Osmanlı döneminde İstanbul’un kuytu bir mahallesinde cinayet işlenmiş. Haber kısa zamanda kadıya ulaşmış. Fakat gel zaman git zaman katil bir türlü bulunamamış, bu durum padişah hazretlerine kadar ulaşmış. Onun fermanıyla kan parası tüm mahalleden toplanmış ve yine tüm mahalle birbirine zimmetlenmiş. Denilir ki, burası nasıl bir mahalle ki insanlar katil olma ihtimali olan birisini tanımıyor, bu adamı aralarında barındırıyor ve bunu kadı ile paylaşmıyor. Osmanlı’da yaşanan ve yaşadığı varsayılan bu hikâyeden günümüze uzun yıllar geçti. Mekân aynı kalsa da insanlar değişti, hem de çok. Bu değişimin teknoloji-insan bazında değerlendirirsek oldukça olumlu olduğunu söyleyebiliriz (Tabii bunun olumsuz yanları da var, insanın ürettiği teknoloji karşısında aciz kalması gibi). Ama insanın insanla ilişkisi yıllar geçtikçe kötüleşiyor. Büyük şehirlerin, büyük sitelerin sakinleri, kendisinden ve çevresinden başka kimseye güvenmemeye, konuşmamaya başladı. Bu güvensizlik ortamı, her gün haberlerdeki vahşet olaylarını izleyenler olarak, gittikçe artmakta. İşte burada şu soru devreye giriyor: Kendisinden başka kimseye güvenmeyen ve toplumla sağlıklı ilişki kuramayan modern şehir insanın merhameti var mıdır? Varsa hangi boyuttadır?
Yakın zamanda gazeteci, şair-yazar İbrahim Tenekeci’nin Profil Yayınları’ndan bir kitabı yayımlandı: ‘Tekrar Selam Ederim’. Kısa zamanda ikinci baskısı yapılan kitabında Tenekeci’nin 2015-2016 yıllarında yazdığı yazılar derlenmiş. Deneme olarak kaleme aldığı bu yazılarda iki başlık ön plana çıkıyor: Birincisi ‘merhamet”, diğeri ise ‘birlikte hareket etmek’. Merhametin sükûnetinden uzaklaşıp, kibrin haşmetli görünen gölgesine sığınmaya çalışıyoruz. Tenekeci, merhamet eksikliğini şöyle ifade ediyor: “Merhamet eksikliği, sosyal hayatın her alanında karşımıza çıkıyor. İş ortamlarından terör belasına, edebiyat dünyasından siyaset sahnesine kadar. Davranışlar sert, konuşmalar kırıcı, tavırlar rencide edici. Çareyi nerede arayacağız? Bu soru karşısında Murat Erol’un dört sene önce kaleme aldığı bir yazıyı hatırlıyorum: Merhamet Medeniyeti (İtibar, Aralık 2011, S.24). Yazıdan: ‘Merhamet rahmetten gelir. Merhamet yıkmaz, yapar; ıslah ve ihya eder. Merhametin evi inanan insanın korunaklı göğsüdür. Merhamet inançla ve ahlakla birliktedir. Bu ikisi yoksa acımak olur. Dolayısıyla merhametsiz ile acımasız aynı şey değildir’ (S.61).
Toplumda farklı siyasi görüşlere sahip insanların birbirlerine yaklaşımının da bu merhametten uzak olduğunu görüyoruz. Ötekileştiren/ötekileştirilen modern şehir insanın kendi hikâyesi, merhametten yoksun kaldığında, bu hikâye başkalarını kapsamıyor demektir. Başkalarını içermeyen hikaye sahipleri kendi Babil kulelerini inşa edecek, yaşadıkları yerden diğer insanlara bakacaktır. Bu, şair-yazar Tenekeci’nin diğer vurguladığı, birlikte hareket etmeyi de engelleyen bir durumdur. Kendisinin farkında olmayan insan, çevresinde, yakınında işlenen cinayetlerin de farkına varamayacak ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın, düşüncesiyle yoluna devam edecektir. Oysa devam ettiği yolun, yine kendi mahallesine gittiğini ve zamanla işlenecek cinayetlerin bu sokağa da geleceğini düşünmemekte veya düşünmek istememektedir. Hasıl-ı kelam, bu kitabındaki yazılarda birbirimize duvar örmeden, ince sınırlar çizerek merhametle yaklaşacağımız günlerin sadece geçmişte kalmadığını ve bu toprağın insanının mayasının merhametle yoğrulduğunu hatırlatıyor bize İbrahim Tenekeci.