Bab’ Aziz filmini izlemeyen var mıdır acaba? Varsa da ne büyük bir talihsizlik! Bab’ Aziz filmi, âmâ bir dervişin hikâyesini anlatır. Öyle ki bu derviş otuz yılda bir yapılan toplantıya gidecektir. Fakat herkes gibi bizim derviş de yolu bilmez. Sadece yürür. Yolun kendisini menzile ulaştıracağından emindir.
Bab’ Aziz filmi hayatımda beni etkileyen en önemli filmin başında gelir. Abartısız filmi onlarca kez izlemiş ve çevremde de birçok kişiye izlettirmişimdir. İzleyip de etkilenmeyeni görmedim zaten. Filmi ilk izlediğimde ve bittiği an her şeyi arkada bırakıp, o derviş gibi yola çıkasım gelmişti. Muhakkak bir menzile ulaştıracaktı yol beni. Yapamadım. Fakat yıllar sonra yine o filmin etkisiyle menzilini bilmediğim bir yola çıktım. Bab’ Aziz gibi gittiğim yer benim son durağım olacaktı ve kendi mezarımı kazacaktım. Nihai menzile ulaşamasam da teşebbüs etmenin mutluluğunu da yaşamıyor değilim. Belki dünya âleminde bu mümkün olmayacak ama eminim ruh dünyamda ben hep o yolculukta olacağım.
Bab’ Aziz filmi, 2005 yılında gösterimi girdi. Yönetmeni Tunuslu Nacer Khemir (Nasır Hamir). Geçtiğimiz hafta sonu Siyer Vakfı’nın düzenlediği “3. Âlemlere Rahmet Uluslararası Kısa Film Yarışması”nın ödül töreni münasebetiyle İstanbul’a geldi. Khemir, yarışmanın jüri üyelerinden biriydi.
Bu vesile ile hem beni benden alan filmin yönetmeniyle tanışmak hem de kendisiyle (vakit darlığından dolayı kısa) bir söyleşi yapmak için bir araya geldik. Film gibi yönetmeni de beni etkiledi. Hâlinden de anlaşılacağı üzere mütevazı bir insan olan Khemir, samimiyeti ve İslam’a yönelik özgün görüşleriyle de farklı bir insan, güzel bir Müslüman.
Şimdi ben sorayım o cevaplasın.
Eğitim hayatınızdan biraz bahseder misiniz?
Babam, ben çok küçükken vefat etti. Bunun üzere herkes benim başıboş, serseri ve başarısız biri olacağımı düşündü. Hakkımdaki bu düşünce, ihtiyaç duyabileceğim her şeyi öğrenmem konusunda bana daha da cesaret verdi. Dolayısıyla rutin bir eğitimden ziyade kendi başıma daha özgün bir eğitim fırsatı buldum.
Yapıtlarınız ve hâlinizden de anlaşıldığı üzere sufi bir gelenekten geliyorsunuz. Sufizme olarak ilginiz ve merakınız nereden geliyor?
Sufizme dair düşüncemlerim ve hissiyatım benim anneannemden geliyor. Yaşadığımız bölgede bir meydan vardı ve o meydandan beş yol gidiyordu. Bu beş yoldan hangisinden giderseniz gidin, yolun sonu bir velinin türbesine çıkıyordu. Burası Tunus’un küçük bir köyüydü. Anneannemle hangi nedenle olursa olsun her dışarıya/yola çıktığımızda bu beş türbeye/veliye uğramadan eve dönmezdik. Anneannem bu beş veliden ikisini daha çok severdi. Birincisi Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinin makamı, -ki o makamı da merhum babam inşa ettirmişti- diğeri ise her perşembe günü meşk yaptığımız yerel bir tarikattı. Ben küçüktüm ve dolayısıyla kadınlar tarafında otururdum. Kadınlar hem zikrederdi hem de ağlarlardı. Öyle bir ortamda bulunmak ve bunlara şahit olmak ister istemez beni de yoğun duygusal bir atmosfere sokuyordu. Zikir bittikten sonra anneannem kalbi mutmain olmuş bir şekilde tüm haftayı mutlu geçirirdi ve bu her perşembe böyle tekrar ederdi. Dolayısıyla benim sufizme olan ilgim ve merakım da anneannem sayesinde buradan geliyor.
Kısaca Bab’ı Aziz filminin yapım sürecini anlatır mısınız?
Bu filmi 1992 yılında yazdım ama yapımı için gereken parayı 2003 yılında bulabildim yani bu filmi yapabilmek için ihtiyaç olan parayı bulmam on yıldan fazla sürdü. Bu para bulma sürecinde anladım ki Avrupalıların benden beklediği filmleri yaparak kariyer yapamayacağım ben. Yani biliyordum ki eğer ben bu filmi yaparsam kariyerime bir son vermiş olacağım. Avrupa’da beni film endüstrisinin dışına atacaklar. Söylediklerimi delillendirmem gerekirse Avrupa’da en küçük festival bile filmimi kabul etmedi. Ama bu kültüre dair sevdiğim her şeye sahip olabilmek adına ben bu filmi yapmalıydım.
Bab’ı Aziz filmi, benim hayatım boyunca en çok izlediğim ve beni en çok etkileyen filmdir. Siz nasıl bir ruh hâliyle bu senaryoyu yazdınız ve bu filmi çektiniz ki beni ve eminim birçok kişiyi bu kadar etkiledi?
Benim için bu filmde mevzubahis olan şey aşk hâlindeyken yani âşık iken sufizm hakkında nasıl konuşabiliriz? Fikir burada aşkı temsil etmek değildi.
Yani ateşe atlayan üçüncü pervane gibi…
Bu durumun ta kendisi ve tabi ki doğru… Sadece yananlar gerçek aşkı bilebilirler. Yani burada amacım insanlara, âşık insanları göstermek değil, aşkın bizatihi kendisi nedir onu göstermek istiyorum. Bu filmde bir aşk hikâyesi yok. Sadece “Aşk sahiden nedir?” sorusunun cevabını keşfetmeye çalışıyorum.
Bu aynı zamanda kendi mistik arayışınız mı?
Çocukken kafa üstü düştüm ve hâlâ kafamda bir yara izi var. Benim filmlerimde mevzular hep bir basit mesele üzerine döner ve hep soru aynıdır: Gerçek aşk nedir? Bütün bu filmlerde “Güvercinin Kayıp Gerdanlık”ında, “Bab’ı Aziz”de ve “Muhyiddin’i Aramak”ta zihnimdeki soru hep bu soruydu. Şimdiye kadar bulduğum tek açıklama bu, herhalde kafa üstü düşmemden kaynaklanıyor bunlar (gülüşmeler).
En son filminiz “Muhyiddin’i Aramak”… Muhyiddin İbn’i Ârabi’yle nasıl bir ilişkiniz var ve neden böyle bir film çekmek istediniz?
Muhyiddin İbn’i Ârabi, aşk ve kadınlar hakkında daha önceden hiçbir sufinin söylemediği şeyleri söylemiştir.
Mesela?
Filmi görmen lazım (gülüşmeler). Film, toplamda 3 saat. Aslında 10 saatlik de yapabilirdim. Mesela bir örnek vermek gerekirse; kadın formuna sokamayacağın hiçbir şeyin ehemmiyeti yoktur.
Bunu açar mısınız?
İbn’i Ârabi’yi açıklamak çok mümkün değil çünkü İbn’i Ârabi’yi açıklarsan onu indirgemiş olursun. Çünkü İbn’i Ârabi; merhamet, şefkat ve aşk zaviyesinden yaklaşıyor her şeye. Yani üstünlük ya da bir iktidar ya da güç zaviyesinden yaklaşmıyor meselelere. Günümüzde maalesef Müslümanların birçoğu bu zaviyeden yaklaşmıyor. Daha şiddet ve zorlama noktasında yaklaşıyorlar. Aslında bu kadar çok şiddete yönelmeleri gösteriyor ki güçlü değiller, korkaklar.
Peki, siz bu filmi yaparak indirgemiş olmuyor musunuz?
Hayır. Çünkü bu film sanatsal bir çalışma, bir açıklama çabası değil. Sanatsal bir çalışma yargı belirtmez. Sanatsal çalışma sana sadece ateşe yaklaşmayı öğretir ve yandığında da mutlu olursun.
“Muhyiddin’i Aramak”ta filmini yaparken Türkiye’de birileriyle görüştünüz mü?
Filmi izlediğinizde göreceksiniz ki filmin kahramanı hocasının da tavsiyesiyle İbn’i Ârabi’nin izinden gidiyor ve bu arayış içerisinde yolu İstanbul’a düşüyor. İstanbul’da sizin de tanıyacağınız Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’la görüşüyor, İbn’i Ârabi hakkında onun görüşlerini başvuruyor.
Peki, ne zaman izleyebileceğiz biz bu filmi?
Bu çok basit. Ne zaman bir gala ayarlarsanız, hemen izleyebilirsiniz (gülüşmeler).
Muhammed AKAYDIN 21 Şub 2017
Bu köşe yazısı Türkiye’nin en genç gazetelerinden Yeni Birlik‘te yazılmıştır. Eğer köşe yazarının yazısıyla ilgili düşüncelerinizi paylaşmak istiyorsanız aşağıdaki yorum kısmından yazabilirsiniz.
Yeni Birlik Gazetesi’ni Gazete Bayilerinden Temin Edebilirsiniz.