Tarihçiler, geçmişin izlerini sürerken karmaşık ve derin bir sürece dahil olurlar. Bu süreç, ilk bakışta birbirinden bağımsız görünen birçok eylemle tanımlanabilir: keşfederler, toplarlar, değerlendirirler, analiz ederler, karşılaştırırlar ve nihayetinde yazarak sonuçlarını dünyayla paylaşırlar. Ancak tüm bu faaliyetlerin temelinde, onları bir arada tutan güçlü bir bağ vardır: kanıt.
Tarihçiler, geçmişin anlaşılmasını sağlayan bu kanıtlarla çalışır. Zaman dilimi ya da konu ne olursa olsun, yaptıkları işin özü, geçmişten kalan birincil kaynaklar üzerinde titizlikle çalışmaktır. Bu birincil kaynaklar; mektuplar, belgeler, günlükler, eserler, sanat yapıtları ya da fiziksel kalıntılar gibi tarihsel malzemelerdir. Onların görevi, bu ham kanıtları inceleyerek ve anlamlandırarak geçmişin anlatısını inşa etmektir. Tarih yazımının hammaddesi bu kaynaklar olurken, tarihçinin sanatı bu materyalleri bir araya getirip çözümleyerek geçmişin karmaşıklığını aydınlatmaktır.
Ancak tarihçiler sadece geçmişi anlama çabasına saplanıp kalmazlar. Aynı zamanda, nesiller boyunca gelişmiş bir bilgi ve düşünce geleneği içinde hareket ederler. Bir bilgi birikiminin üzerine inşa ederler ve genellikle “devlerin omuzlarında durduklarını” dile getirirler. Bu, önceki araştırmaların ışığında, bu çalışmaları zenginleştirerek ya da onlara meydan okuyarak yeni perspektifler geliştirdikleri anlamına gelir. Yeni yöntemler, farklı bakış açıları ve eleştirilerle tarihin anlatısını şekillendirirler. Tarihçi, bir bakıma geçmişin avcısı, analisti ve anlatıcısıdır; zamanın derinliklerinde kaybolmuş hikayeleri yeniden gün yüzüne çıkaran ve onları bugünün ışığında yeniden şekillendiren bir yol gösterici.
Tarih, sadece olayların kronolojik sıralaması değil, aksine insan deneyimlerinin derinlemesine bir araştırmasıdır. Tarihçi, bu büyük anlatının peşinden giderek geçmişi aydınlatır, geleceği anlamamıza katkıda bulunur ve bir zaman makinesi işlevi görür/gösterir.