Eğitim, modern devletlerin gelişiminde hem bireysel hem de toplumsal düzeyde merkezi bir işlev görmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, eğitim hakkını yalnızca bir bireysel özgürlük alanı olarak değil, aynı zamanda toplumsal ilerlemenin zorunlu bir aracı olarak ele alır. Bu anlayış, bireyin sadece kendi bilgi ve yeteneklerini geliştirmesini değil, aynı zamanda ülkenin bilim ve fen temelli kalkınmasına aktif katkı sunmasını öngörmektedir.
Anayasa’nın 42. maddesi, eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve fen esaslarına dayanarak yürütülmesini emretmektedir. Bu hüküm, bireylerin bilimsel düşünce yöntemleriyle donanmış, eleştirel, yaratıcı ve üretken yurttaşlar olarak yetişmelerini zorunlu kılar. Eğitim sürecinin böyle bir temel üzerinde inşa edilmesi, bireylerin yalnızca kendi kişisel yetkinliklerini artırmaları anlamına gelmez; aynı zamanda onların bilgi ve teknoloji üretimi yoluyla ülkenin ekonomik, kültürel ve sosyal kalkınmasına doğrudan katkı sunmalarını da gerektirir. Böylece bireyin eğitimi, kamusal bir sorumluluğa dönüşür.
Benzer biçimde Anayasa’nın 58. maddesi, gençliğin kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korunmasını devlete bir ödev olarak yükler. Ancak bu hükmün altında, bireylerin sorumluluk sahibi, bilinçli ve üretken yurttaşlar olarak yetiştirilmesi hedefi yatmaktadır. Genç bireylerin yalnızca zararlı etkilerden korunması değil, aynı zamanda bilimsel, teknolojik ve kültürel üretime aktif katılım sağlayacak şekilde yetiştirilmeleri gerektiği vurgulanır. Bu noktada bireylerin eğitim yoluyla kazandıkları bilgi ve becerileri yalnızca kendileri için değil, toplumsal yarar için de kullanmaları beklenir.
Her ne kadar Anayasa’da doğrudan “vatandaşlar devleti ilim ve fen yoluyla kalkındırmakla yükümlüdür” şeklinde açık bir ifade bulunmasa da, eğitim ve öğretim hakkına dair yapılan vurgu, bireyin bu yöndeki dolaylı sorumluluğunu açıkça ima eder. Bireyin eğitim hakkı ile devletin kalkınması arasındaki bağ, anayasal metnin ruhunda ve eğitim politikasının temel dayanaklarında net bir biçimde hissedilir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, bireyi sadece kendine dönük bir gelişim aracı olarak görmemekte; onu aynı zamanda toplumun ve devletin bilimsel ve teknolojik ilerlemesinin taşıyıcısı olarak konumlandırmaktadır. Bu bakış açısı, bireysel eğitim sorumluluğunu ülkenin refahı ve geleceği ile doğrudan ilişkilendiren bir bilinç düzeyini zorunlu kılar. Bu nedenle bireyin eğitim hakkı, aynı zamanda onun ülkeye karşı taşıdığı kalkınma sorumluluğunun bir ifadesidir.