Kendini ne bu dünyaya ne de bir başkasına ait hissedebilen kimseler için en büyük teselli sanattır. Üretmek kimseyi bulunduğu yere daha fazla ait kılmaya yetmez ancak çoğumuz o yeri bulma arzusuyla yazar, çizer veya besteleriz. Öyle ki, huzur içinde doğsaydım kağıdın kalemin yabancısı olur, yalnızca sunulanı sahiplenen bir tüketici olurdum çünkü yaşamanın kolay yolu budur. Herhangi bir çaba sarf etmeksizin en büyük zevki onlar alırlar hayattan: Üretmektense tüketmek.
Çünkü üretirken yakamızı bırakmayan beklentilerimiz vardır, bunun o kadar çok şeyi değiştirmesini bekleriz ki, sonunda sihirli bir değnekle hayatımıza dokunamadığı yetmezmiş gibi bir de zaman zaman hayal kırıklığının ve tatminsizliğin dayanılmaz ağırlığını yükler omuzlarımıza.
Ancak üretkenliğin cazibesi şuradadır; insanın sanatının dışa vurması için ruhundan sızan bir tutku kaçağı gerekir. Sanatçılar en büyük aşıklardan daha tutkululardır, bu nedenle de aşka karşı karın tokluğunu sadece onlar hissederler. Konu tutku olunca en büyük övgüyü aşıklar ve sanatseverler alırlar, ne var ki bu tutkunun beraberinde getirdiği özveriye sahip olanlar yalnızca sanatçılardır. Bunun mantığı şurada gizlidir; bir sanatçı öldükten sonra sanatının hüküm sürmesini ister, aşık sevdiğinin hayata devam edeceği düşüncesine, tüketici ise en sevdiği şarkıyı bir başkasının da keşfedeceği ihtimaline katlanamaz.