Bir araya gelmeyecek iki şeyi aynı anda hissettiğim, düşlediğim ve dilediğim o kadar sık oluyor ki artık hayatın bana gözlerini devirdiğini hissediyorum. Hatta yalnızca iki dileğim var; ikisi de birbirinin gerçekleşmesini imkânsız kılıyor. Kendimi bulmak ve kendimden kaçmak; hem durmadan koşmak, hem de uzun uzun soluklanmak.
Soluklanıp kendimi bulmak için ruhumun ve zihnimin hemfikir olmayı şiddetle reddettiği bir şey var bende. Sanırım bir herhangi bir ruhun üstünde uzun uzun düşünmek işkence gibi geldiği için bir de gerek duymadığımdan. Yani sanki biraz kafa yorarak her şeyi çözeceğim de tek sorun gözüme bir matematik sorusu kadar karmaşık geldiğinden kitabın kapağını açmaktan bile kaçınmam.
İşte bu yüzden, tıpkı yalnızca anlamlandıramadığımız için nefret ettiğimiz her şey gibi, kendim için sadece kaçmak istediğim şeylerden biriyim. Ya içinde huzursuz hissedip tekrar adım atmak istemediğim lanetli bir ev gibi hissettiğim, ya da yalnızca kalmayı bilmediğim için. Her yere gidebilirim ben, hiç görmediğim manzaraları görüp, hiç dokunmadığım figürleri parmaklarımın ucunda hissedebilir, hiç akıntısına kapılmadığım dalgalarla bile oradan oraya savrulabilirim çünkü uçsuz bucaksız zihnim beni her yere götürebilir, kendi olmadığım bir yer dışında; oysaki gitmek istediğim tek yer de orası. Tüyler ürpertici bir şehrin tekrar eden gotik yapıları da, durmayı bilen birine ilaç gibi gelebilecek kırların yeşillikleri de gram heyecan uyandırmıyor bende, yalnızca bensizliğin manzarası cezbediyor beni. Öyle ki, nefret ettiğim bir şehre, parlaklığını yitirmek bilmeyen güneşin altına, hatta hor gördüğüm bir eserin figürlerine hapsolmaya bile katlanabilirim ama sonsuza kadar bu ruha ev sahipliği yapmaya asla. Yalnızca kendi manzaram bir uçurumun dibine bakıyormuşum gibi fiziksel olarak acı veriyor bana. Şiddetli bir baş dönmesi gibi.
Bedenimde bir infazcı yaşıyor, onunla birlikte yatıp kalkıyor, her gün tekrar tekrar cezalandırılıp sürgün ediliyorum. Tek bir bedende koca bir adalet sistemi durmadan işliyor ancak eğer bir mahkemede olduğumu düşleyecek olsam; kalkıp beni savunmak isteyecek bir yanım bile yok. Kendi vicdanım bile sokak ortasında dikilmiş bir broşür elemanını başından savarcasına hızlı adımlarla uzaklaşıyor, zamanı olmadığından veya ilgisizliğinden değil de hem elini bile kaldırmaya üşendiğinden hem de gayet basit bir şekilde -tıpkı benim gibi- gerek duymadığından. Saçma bir örnek bu, tasvir ettiği hayat ise saçmalığın daniskası ama hayat denen bu hüzünlü yığında her şey saçma zaten, kaçmak içlerinden en akıllıcası; üstelik kendini bile bulamayacağın bir yere.