Zihnimde nereye varacağımı bilmediğim bir yolculuğa çıktım. Ancak bu kez asırlar sürüyormuş gibi gelen kırmızı ışıklar değil canımı sıkan, düşünmeye devam etmemi işaret edercesine göz kırpan yeşil ışıklar. Bu durumda yeşil ışığı görmek eğer yan koltuğumda oturuyor olsaydı F. Scott Fitzgerald’a ilham verirdi yalnızca. Asla bana değil. Yeşilin bu tonu ancak Jay Gatsby’yi heyecanlandırırdı. Ben ise her kırmızı ışıkta heyecanla durup rahat bir nefes aldım. Yeşile dönünceyse gerçek bir mahcuplukla devam ettim yoluma. Yol boyunca gördüğü kırmızı arabaları sayan bir çocuk gibi, kaç parçamı değiştirdiğimi saydım.
Herkes durmadan hayatla aramdaki uçurumu kapatmamı söyledi, en sağlam adımlarımı en yanlış yollarda heba ettim ve kapatmaya çalıştığım uçurumun dibini boyladım. Komutlar savuran bedenlerden çıt bile çıkmadı. Hepsi ansızın gelip çatan eylül ayında kahverenginin en hüzünlü tonuna bürünen bir ağaç gibi, sessizliğin en koyu tonuna büründü. Yara bere içindeki vücuduma yukardan bakarken oluşturduğum manzaranın görüntü kirliliğinden ibaret olduğunu gözleriyle çığlıklar atarak anlattılar, kendime içine ait hissetmediğim bir kostüm edindim. Sıcaklık istediklerinde güneş, serinlik istediklerinde yağmur bulutu; ağlamak istediklerinde gösteriye sadık bir dinleyici, gülmek istediklerinde hezeller saçan bir soytarı oldum. Gösterinin tadını çıkardıktan sonra yorgun selamlamam yüzünden kendim olarak her şeyi mahvettiğimi söylediler, ruhumdan bir parçayı daha değiştirdim. Kostümümden kurtulurken değiştirdiğim her bir parçamın yasını tuttum ancak en çok değiştiremeyeceklerim; önce yüzüm, sonra böyle hissetmek için çok genç olduğumu söyledikleri yaşım için ağladım.
Yetebilmek için, kendimi yok ettim. Peki ne uğruna?
Kimin içinde benliğiyle gurur duyarak hükmedeceği kaleler inşa etmesine yardım ettiysem hepsinin hain bir hizmetçiymişim gibi beni sürgün edişini, kimin gökyüzüne dokunması için merdivenini sıkı sıkı tuttuysam beni de merdivenle birlikte itişini izledim. Bir çocuğun eline göz alıcı bir oyuncak bebek geçtiği an depoya kaldırılan anlamsız bir hayvan figürü gibi hissediyorum kendimi, ancak o, beni anlamsızlaştıran şeyin kendi attığı özensiz dikişler olduğundan habersiz.
Ani bir frenle durduğum kırmızı ışıkla birlikte düşünmekle beraber çabalamayı da bıraktım. Herkes birbirine ihanet ederken sahip olduğum tek şeye sadık kalarak bir köşeden acıyarak seyrettim hepsini.
21. yüzyılın kurbanıyım ben; ancak benim yerime bir hayvan inmiyor, kimse inmesini umarak gökyüzüne de bakmıyor, tek bir gözden bile bir damla yaş akmıyor ve bıçak kemiğime dayanıyor.