Bir vatandaş özel hastaneye gitmek istediğinde önce cüzdanını kontrol eder, sonra kredi kartının limitini. En sonunda da ya devlet hastanesinde aylar sonrasına randevu alır ya da derin bir “kader” iç çekişiyle evine döner. Ama aynı vatandaşın oy vererek seçtiği milletvekili, SGK anlaşması olmayan bir özel hastaneye gönül rahatlığıyla girer, en lüks hizmeti alır ve çıkarken cebinden tek kuruş ödemez. Çünkü o fatura, zaten çoktan vatandaşa kesilmiştir.
Milletvekillerinin sağlık giderlerinin devlet bütçesinden, yani halkın vergileriyle karşılanması, adil sağlık sistemine dair inancımızı sarsıyor. Temsil etmekle yükümlü oldukları halk, en temel sağlık hizmetine ulaşmakta zorlanırken, vekillerin ayrıcalıklı bir dünyada yaşaması, “eşitlik” ilkesine ağır bir darbe indiriyor. Üstelik bu hak yalnızca görev süreleriyle de sınırlı değil; emeklilik sonrasında da sürüyor. Emekli bir öğretmen, işçi ya da esnaf, yaşlılığında ayakta kalmaya çalışırken; emekli bir milletvekili en iyi hastanede, en pahalı tetkiklerle, özel hizmet alıyor.
Sahi, bu vekillik görevi bir hizmet mi, yoksa ömür boyu sürecek bir imtiyaz bileti mi?
“Milletin vekili” olmak, milleti temsil etmeyi gerektirir; onlardan üstün olmayı değil. Sağlık gibi kutsal bir hizmetin ayrımcılık unsuru haline getirilmesi, kamusal adaletin tabutuna çakılan çivilerdir. Eğer bu ülke gerçekten sosyal bir hukuk devleti ise, milletvekili de sağlık hizmetine vatandaşla aynı şekilde ulaşmalı; aynı sıra numarasını almalı, aynı bekleme salonunda beklemelidir.
Yoksa temsil ettikleri halkın sorunlarını nasıl anlayacaklar?
Artık şu soruyu sormanın vakti gelmedi mi: Bu ayrıcalıklı düzeni kim bozacak? Yoksa bir sonraki seçimde sadece isimler mi değişecek, sistem yine aynı mı kalacak?