Dil, bazen fısıltıyla konuşur. Bazen kâğıtta susar. Ama her zaman bir şey anlatır. “İşret dili” dediğimizde çoğunun aklına eğlence, sefa, neşe gelir. Ama dikkatlice bakınca bu söz, içinde başka bir dili daha saklar: “işaret dili”. Yani görünmeyeni gösteren, söylenmeyeni sezdiren, kelimelerin ötesinde bir anlatım biçimi. Bu yazı, hem işretin (sefanın, haz arayışının) hem de işaretin (gizli anlamların) dilini arayan bir edebiyat yolculuğudur.
Türk edebiyatı yüzyıllar boyunca sadece büyük sözlerin değil, sessiz çığlıkların da coğrafyası olmuştur. Divan şiiri, zahirde gül ve bülbül anlatır ama satır aralarında insan ruhunun iniş çıkışlarını işaret eder. Fuzûlî’nin aşkı, bir işret hali gibi görünürken; aslında ruhun arayışıdır. Nedim’in şen şakrak dizeleri, görünürde sefa meclislerini resmeder ama dikkatli bir göz, o mısralarda bir devrin son demlerine tutulmuş hüzünlü işaretleri de görür.
Bu anlamda işret dili, sadece eğlencenin dili değildir. Aynı zamanda toplumun neye güldüğünü, neden sustuğunu ve neyin ardından iç geçirdiğini gösteren bir işaret sistemidir. Yani sefa anlatısı, çoğu zaman sükûtun içinden yükselir.
Tanzimat ve Servet-i Fünun dönemlerinde bu dil, daha çok bir ikaz levhasına dönüşür. Kalemler, toplumun hızlı değişimi karşısında şaşkınlık ve eleştiriyle hareket eder. Halit Ziya’nın satırlarında, görünürde bir hayat sefası anlatılır; ama her betimleme bir soru işaretine çıkar. İşte o işaret, tam da işretin ardındaki anlamı buldurur.
Cumhuriyet dönemiyle birlikte edebiyat daha içe dönük bir işaret dili üretmeye başlar. Turgut Uyar’ın kırılgan dizelerinde, Cemal Süreya’nın ironik bakışlarında, işret artık bir hal değil, bir soru olur. İnsan neden kaçar? Ne arar? Neye gülerken aslında neyi örtbas eder? Bu soruların cevabı, çoğu zaman sesle değil, suskunlukla verilir. Yani kelime değil, işaret konuşur.
Ve bugüne geldiğimizde, dijital çağda artık işret de işaret de biçim değiştirir. Neşenin dili hızla tüketilirken, derinlik sessizleşir. Ama yine de bazı metinlerde, bazı şiirlerde, bazı cümlelerde… o eski işaretler hâlâ yanıp söner. Gören için bir uyarı, bilen için bir hatıra gibidir.
İşte bu yüzden “İş(a)ret Dili Edebiyatı” sadece kelime oyunlu bir başlık değil; aynı zamanda bir çağrıdır: Eğlencenin içinde saklanan anlamlara, sessizliğin içindeki kelimelere ve edebiyatın gizli işaretlerine dikkat kesilmek için.
Çünkü bazen en derin sözler, hiç söylenmeyenlerdir. Ya da zaman yekpare madem, oluvermiştir.
Görsel: Adakale, zamanın hazan olduğu topraklar…