Bir çay kaşığı kadar kalmış içimde, belki daha az… Dökülen kelimeler kadar eksilmiş, suskunluk kadar ağır. İçimde bir zaman vardı, gülüşlerden örülmüş, umutla süslenmiş. Şimdi o zamanın enkazındayım.
Aşk mıydı adı, yoksa sadece yitirilmiş bir masal mı? Bir gün dokunup da sonsuza dek kalacağını sandığım eller, şimdi sadece anılarımın içinde yaşıyor. Yüzümde hâlâ sıcaklığı duran gülüşler, kalbimde buz gibi bir boşluğa dönüştü. İnsan bazen en güzel anlarını, en büyük kayıplarıyla birlikte hatırlar.
Sevmek… Tükenmeye cesaret etmek değil midir aslında? Ömründen bir parça koparıp karşındakine hediye etmek. Ve bazen, o hediyenin hiç açılmadan bir kenara bırakıldığını görmek. İşte o zaman aşk, kırılmış bir aynanın keskin parçaları gibi kalır içinde. Ne tam olarak dokunabilirsin, ne de görmezden gelebilirsin. Ellerini uzatsan kesilir, geri çekilsen eksilirsin.
Bazı hikâyeler yarım kalır. Bazı gülüşler yarım. Ve bazen, insanın içinde bir yer, bir daha asla tamamlanmaz. Ama yine de, kalbimin derinliklerinde bir ses fısıldıyor:
“Bütün kırıklıklara rağmen sevmeye devam edeceksin.”
Çünkü insan, aşkı değil, aşkın ona kattıklarını bir ömür taşır. Ve belki de aşk, tamamlanmayan hikâyeler içinde en güzel haliyle saklıdır. Çünkü eksik kalan her şey, insanı en derinden tamamlar.