Bugün Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) açıkladığı 350 baz puanlık faiz artırımı, ekonomik çevrelerde yankı uyandırdı. Politika faizinin %42,5’ten %46’ya yükseltilmesi, aslında son günlerde ülkemizde yaşanan siyasi arenadaki çalkantıların ve belirsizliklerin ekonomimize vurduğu derin bir darbe olarak yorumlanabilir. Bu karar, sadece anlık bir tepki değil, aynı zamanda siyasi istikrarsızlığın ekonomik bünyemizde açtığı derin yaraların da bir göstergesi.
Siyasi krizler, bir ülkenin ekonomik omurgasını çökerten, piyasaları görünmez bir elin müdahalesiyle altüst eden yıkıcı olaylardır. Güven duygusunun enkazı üzerinde yükselen şüphecilik, yatırımcıları kıyıya çeker, sermaye gemileri ülke limanlarından uzaklaşır ve döviz kurları adeta bir yelkensiz tekne gibi dalgaların insafına kalır. İşte tam da bu kaotik atmosfer, son dönemde Türkiye’nin de yakından deneyimlediği siyasi tartışmaların, kutuplaşmanın ve artan gerilimin somut bir sonucu olarak karşımızda duruyor. Bu belirsizlik girdabı, Türk Lirası üzerinde hissedilir, elle tutulur bir baskı oluştururken, geleceğe dair enflasyon beklentilerini de karanlık bir tünele doğru itiyor.
Merkez Bankası’nın bu sert ve beklenmedik faiz artırımı kararı, aslında bu tehlikeli gidişata “artık yeter” deme çabası, bir nevi yangına benzinle değil de suyla müdahale etme girişimi olarak değerlendirilebilir. Yüksek faiz oranları, teorik olarak döviz talebini dizginleyerek Türk Lirası’nın değerini bir nebze olsun koruyabilir, en azından daha fazla değer kaybetmesini engelleyebilir. Eş zamanlı olarak, kredi maliyetlerini yukarıya doğru iterek iç talebi soğutabilir ve bu sayede omuzlarımızdaki enflasyon yükünü hafifletmeye çalışabilir. Ancak, bu tür keskin bir müdahalenin, ekonominin zaten kırılgan olan dengesini bozma, ekonomik aktiviteyi daha da yavaşlatma ve hatta bir resesyon riskini tetikleme gibi karanlık bir potansiyeli de bulunuyor.
Siyasi krizlerin ekonomiye olan maliyeti, ne yazık ki, sadece bir faiz artırımıyla sınırlı kalmıyor. Bu sadece buzdağının suyun üzerindeki küçük bir kısmı. Asıl büyük ve tehlikeli kısım suyun altında yatıyor. Yatırımcılar, geleceğe dair net bir tablo göremedikleri için “acaba?” sorusuyla boğuşmaya başlıyor, uzun vadeli planlarını askıya alıyor, hatta bazıları tamamen vazgeçiyor. Vatandaşın geleceğe dair beslediği umut filizleri soluyor, bu da tüketim alışkanlıklarını değiştiriyor, harcamaları kısıyor ve sonuç olarak ekonominin çarkları yavaş dönmeye başlıyor. Bu durumun en acı sonuçlarından biri de işsizlik oranlarının tırmanması, birçok ailenin geçim sıkıntısıyla karşı karşıya kalması.
Türkiye ekonomisi de bu siyasi dalgalanmaların acımasız etkilerini adeta her hücresinde hissediyor. Döviz kurundaki ani ve öngörülemez iniş çıkışlar, ithalat maliyetlerini katlayarak zaten yüksek seyreden enflasyonu daha da alevlendiriyor. Enflasyonun yükselmesi ise, her geçen gün vatandaşın cebindeki paranın alım gücünü eritiyor, temel ihtiyaçlarını karşılamakta bile zorlanır hale geliyor ve ekonomik refahını derinden sarsıyor. Bu olumsuz sarmal, sadece dar gelirli hane halklarını değil, aynı zamanda üretim yapmakta, maliyetlerle baş etmekte ve geleceğe dair plan yapmakta zorlanan işletmeleri de derinden etkiliyor. İşletmelerin yatırım iştahı azalıyor, üretimde daralmalar yaşanıyor ve nihayetinde bu durum iş kayıpları olarak topluma geri dönüyor.
Merkez Bankası’nın attığı bu cesur ancak riskli adım, kısa vadede piyasalarda bir nebze olsun bir sakinleşme sağlayabilir, en azından panik havasını dağıtabilir ve Türk Lirası’na geçici bir suni teneffüs yaptırabilir. Ancak, ekonomik istikrarın kalıcı ve sürdürülebilir hale gelebilmesi için öncelikle siyasi alanda güven tesis edici, şeffaf ve öngörülebilir adımların atılması, kutuplaşmanın azaltılması ve belirsizliklerin ortadan kaldırılması hayati bir önem taşıyor. Aksi takdirde, faiz artırımı gibi anlık ve palyatif çözümlerin uzun vadede beklenen iyileşmeyi sağlaması, hatta yeni sorunlara yol açması kaçınılmaz olabilir.
Netice itibarıyla, Türkiye’de yaşanan siyasi krizin ekonomimize olan faturası her geçen gün daha da kabarıyor ve bu durum, geleceğe dair endişelerimizi artırıyor. Merkez Bankası’nın faiz artırımı, bu ağır maliyetin acı bir çığlığı, bir uyarı sinyali olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, sürdürülebilir bir ekonomik denge, refah ve büyüme için siyasi iradenin de sorumluluk alması, günü kurtarmaya yönelik değil, uzun vadeli, yapısal reformlara odaklanması, hukukun üstünlüğünü tesis etmesi ve demokratik standartları yükseltmesi gerekiyor. Aksi takdirde, ekonomik zorluklar artmaya devam edecek ve bu durum, sadece bugünü değil, yarınlarımızı da karartarak ülke olarak hepimizi olumsuz yönde etkileyecektir. Unutmamalıyız ki, ekonomik istikrarın temeli siyasi istikrardır ve bu iki unsur, bir ülkenin refahı için birbirini tamamlayan vazgeçilmez unsurlardır.
Saygılarımla.
Sayın Kuşcu
Yazınızın içeriğinizin derinliği, analitik bakış açınız gerçekten etkileyici. Türkiye’nin mevcut ekonomik durumunu çok doğru bir şekilde değerlendirmişsiniz. Siyasi belirsizliklerin yarattığı büyük bir açığı kapama çabası olarak ele almanız çok yerinde bir yaklaşım olmuş. Kaleminize sağlık…
Sayın Okurum,
Yazımı beğenmeniz beni son derece mutlu etti. İlginiz ve değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Sayın M. Kuşcu,
Yazınızdaki analiz gücü ve derinlik gerçekten dikkat çekiciydi. Ekonomi ve siyasete dair tespitleriniz oldukça yerindeydi. Düşündüren ve farkındalık yaratan bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık…