Tutku, insan ruhunun hem yükseliş hem çöküş destanıdır. O, bizi sıradanlığın prangalarından kurtarıp bilinmezliğin vahşi ormanlarına sürükleyen bir güçtür. Ancak aynı zamanda bir girdap gibi bizi kendine çeker, öyle ki bu dansın sonunda ya kendimizi bulur ya da tamamen yitiririz. Nietzsche’nin “Hayat, kendi yanışında bir anlam bulur” sözü tam da burada anlam kazanır. Çünkü tutku, insanın yanarak ışıldadığı bir alevdir.
Yakıcı ateş, insanın özlemlerini körükler. Bu ateşle yanmak, yaşamın kendisini deneyimlemek demektir; çünkü varoluşun en saf hali tutkuyla mümkündür. Aşk, hırs, sanat, yaratım: Hepsi bu ateşin yakıtıdır. Ancak ateş sınır tanımaz; kontrolsüz bir tutku, insanın kendi varlığını yakıp kül etmesine sebep olabilir. Tıpkı İkarus’un güneşe ulaşma arzusu gibi, bu ateş bizi zirveye taşırken kanatlarımızı da eritebilir. Nietzsche’nin uyarısı burada yankılanır: “Kendi zirvene ulaşmak için yanmalısın, ancak zirvede kalmak istiyorsan alevlerinle baş etmeyi öğrenmelisin.”
Diğer yanda, serin meltem bize bir sığınak sunar. Bu meltem, tutkuların fırtınalı denizinde bir liman gibidir; dinginlik ve kabulleniş. Meltem, tutkunun gürültüsünden yorulmuş bir ruhu şefkatle sarar. Ancak bu dinginlik aldatıcıdır, çünkü ruhu uyuşturma tehlikesi taşır. Nietzsche, meltemin tehlikesine karşı da uyarır: “Dinginlik, yalnızca kendini yeniden bulmak için bir durak olmalıdır, sonsuz bir uyku değil.”
Tutkunun bu iki yüzü arasında yaşanan gerilim, insanın kaderini belirler. Yakıcı ateşi serin meltemle dengeleyebilmek, insanın en büyük sınavıdır. Bu dengeyi bulamayan bir ruh, ya tutkunun ateşinde yanarak tükenir ya da meltemin rehavetinde kaybolur. Nietzsche’ye göre asıl kahraman, bu gerilimden bir anlam çıkaran kişidir. Çünkü yaşam, ancak karşıtlıkların birbirine karıştığı noktada gerçek bir derinlik kazanır.
Ama sorular burada daha da karmaşık hale gelir: İnsan, bu iki uç nokta arasında nasıl yürür? Ateşin parıltısına kapılmadan, meltemin uyuşukluğuna düşmeden nasıl var olur? Nietzsche, bu dengeyi “ebedi dönüş” ile açıklar: Yaşam, sürekli tekrar eden karşıtlıkların döngüsüdür. İnsan, tutkularını her seferinde yeniden keşfetmeli, yeniden yanmalı, yeniden serinlemelidir. Çünkü bu döngüde varoluşun sırrı saklıdır.
“Meltem seni dinlendirir, ateş seni canlandırır; ama unutma, yalnızca bu iki yüzün birleşiminde bir insan bütünleşebilir,” der Nietzsche. Öyleyse insan, bu iki zıt kuvvetin arasında bir köprü inşa etmelidir. Her adımında kendini yeniden keşfetmeli, her deneyiminde kendi varoluşunu bir kez daha sorgulamalıdır.
Bir sonraki yazıda, tutkunun ötesine geçerek, bu iki yüzün yarattığı varoluş uçurumunu birlikte incelemek dileğiyle. Çünkü Nietzsche’nin dediği gibi: “Hayat, yalnızca uçurumun kenarında bir dans etmeye cesaret edenler içindir.”