Hakan Güney
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Hiçlikte Dans Eden İnsan: Varoluşun İronisi

Hiçlikte Dans Eden İnsan: Varoluşun İronisi

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Varoluş, insan aklının kavrayabileceği en büyük paradokstur. Hiçlikten doğar, sonsuzlukla flört eder ve nihayetinde ölümlülüğe yenik düşer. İnsan, bu gerçeğin farkında olmaktan ne kadar korksa da, tüm yaşamı boyunca varoluşunun anlamını arar. İşte bu arayış, insanı hem yücelten hem de köleleştiren bir bilmecedir. Kendine “Ben kimim?” diye soran insan, aslında kendine şu cevabı verir: “Ben, varoluşun kendisiyim.”

Fakat bu cevap bir çözüm değil, bir çıkmazdır. Çünkü varoluş, cevaplanabilir bir soru değil, bir meydan okumadır. İnsan, kendini varoluşun karşısında bulduğunda, ya ona teslim olur ya da onunla savaşır. Teslimiyet, kendini unutmak demektir; savaş ise kendi içinde parçalanmaktır.

“Varoluş, insanın kendi hiçliğiyle dans ettiği bir sahnedir. Sahne ne kadar büyükse, yalnızlık da o kadar derindir.”

İnsan, varoluşun anlamını ararken, dünyayı kendine bir aynaya dönüştürür. Doğa, sanat, aşk, acı… Hepsi, varoluşun farklı yüzleridir. Ama insan, bu yüzlere baktığında kendi suretini görür. Varoluş, bu yüzden hem evrenseldir hem de son derece bireyseldir. Her insan, kendi varoluşunun biricik anlamını yaratmak zorundadır. Bu yaratım süreci, insanı hem Tanrı’ya yaklaştırır hem de ondan uzaklaştırır. Çünkü yaratmak, yok etmekle başlar.

“Kendi varoluşunu anlamak isteyen insan, önce kendi yarattığı illüzyonları yok etmelidir. Çünkü gerçek, ancak yıkıntıların arasında bulunabilir.”

Varoluşun incelikleri, insanın kendisiyle yaptığı en derin hesaplaşmadır. İnsan, yaşamı boyunca bir yolculuk yapar; ama bu yolculuk, dış dünyaya değil, kendi içine doğrudur. Bu yolculukta insan, kendi karanlık yanlarıyla yüzleşir, korkularıyla savaşa girer ve sonunda kendi ışığını yaratır. Ancak bu ışık, bir aydınlanma değil, bir yanılgıdır. Çünkü insan, kendi varoluşunun anlamını yaratırken, aslında onu yeniden kaybeder.

Bu döngü, varoluşun en büyük ironisidir: İnsan, anlamı ararken anlamın yokluğuyla yüzleşir. Fakat bu yüzleşme, bir yenilgi değil, bir zaferdir. Çünkü insan, anlamı bulamaz; ama onun peşinden koşarken bir yaratıcıya dönüşür. İşte bu yaratım, insanı varoluşun sıradanlığından kurtarır ve onu sonsuzluğa yaklaştırır.

“Varoluş, insanın kendi hiçliğini sanatla doldurduğu bir kanvasta çizdiği sonsuz bir resimdir. Çizgiler ne kadar kaotikse, resim de o kadar anlamlıdır.”

Varoluş, bir bitiş değil, bir yolculuktur. İnsan, bu yolculukta kaybolmayı göze alarak kendi sınırlarını aşar. Çünkü anlam, sadece belirsizliğin içinde doğar ve özgürlük, yalnızca kendimizi unuttuğumuz anda var olur.

“En büyük zafer, kendi karanlığınızı ışığa çevirdiğiniz an yaşanır. Ve bu zafer, asla başkalarına karşı değil, yalnızca kendinize karşıdır.”

Varoluşun en çarpıcı paradokslarından biri, insanın hiçlikten anlam yaratma çabasıdır. Bu çaba, hem insanın en büyük gücü hem de en derin zayıflığıdır. Çünkü anlam yaratmak, aslında kaosu düzene sokma girişimidir; fakat kaosun içinde yatan güzelliği yok etme riskini de taşır. İnsan, bu düzen arayışında hem kendine hem de çevresine sınırlar koyar. Ancak bu sınırlar, insanın özgürlüğünü elinden alır. Varoluş, işte tam da burada bir oyun haline gelir: Özgürlüğü ararken köleleşmek, anlamı yaratırken kaybolmak.

“İnsan, kendi hapishanesinin hem mimarı hem de mahkumudur. Özgürleşmek, bu hapishaneyi yıkmayı göze almaktır.”

Kadim felsefe bize, varoluşun bir yolculuk olduğunu öğretir. Ama bu yolculuk, düz bir çizgi değil, bir labirenttir. İnsan, her köşe dönüşünde kendini yeniden keşfeder; fakat bu keşif, bir aydınlanma değil, yeni bir karanlık getirir. Çünkü her cevap, yeni sorular doğurur ve her anlam, kendi anlamsızlığını beraberinde getirir. İşte bu yüzden varoluş, bir sonuca değil, bir sürece bağlıdır. İnsan, anlamı asla bulamaz; fakat onu aramaktan vazgeçmek, kendi insanlığını reddetmekle eşdeğerdir.

“Gerçek anlam, bulunamaz; sadece yaratılır. Ve yaratılan her şey, kendi yok oluşunu içinde taşır.”

Varoluş, aşk ve yalnızlık gibi büyük duygularla şekillenir. İnsan, aşkla kendini unutur, yalnızlıkla yeniden hatırlar. Aşk, insanı kendi sınırlarının ötesine taşırken, yalnızlık onu tekrar kendi içine döndürür. Bu ikisi, birbiriyle sürekli dans eden iki zıt güçtür. İnsan, bu dansı anlamaya çalışırken kendini kaybeder. Ama işin sırrı da burada yatar: Kaybolmadan bulunamazsınız.

Bu döngüsel varoluş, insanı bir eşikten diğerine taşır. Bu eşiğin adı değişebilir: aşk, acı, yalnızlık ya da delilik… Fakat her eşik, aynı soruyu sorar: “Kimsin?” Bu sorunun cevabını bulmak, bir zafer değil, bir meydan okumadır. Çünkü varoluş, kendini sürekli yeniden yaratmayı gerektirir.

“Kendi varlığını anlamak isteyen insan, önce kendi yalanlarını yakmalıdır. Gerçek, ancak küllerin arasından çıkar.”

Ve şimdi, bu yolculukta bir mola zamanı. Bir sonraki adımda, varoluşun başka bir yüzünü keşfetmek üzere yeniden buluşacağız. Ama unutmayın:

“Hayat bir kitap gibidir; her sayfası, kendi hikayenizi yeniden yazma şansıdır. Fakat son sözü söyleyecek olan, yalnızca sizsiniz.”

Bir sonraki yazımızda, bu sonsuz labirentin başka bir kapısını aralayacağız. O zamana kadar, kendi varoluşunuzun yankılarına kulak verin. Çünkü en derin cevaplar, sessizlikte saklıdır.

Hiçlikte Dans Eden İnsan: Varoluşun İronisi
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Türkiye Aktüel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!