Aşk, İllüzyonun Ta Kendisidir: Toplumun Zihinsel Zincirleri
Aşk denilen şey, toplumun beyinlerimize işlediği bir yalandır. O kadar derinlemesine yerleşmiştir ki, çoğu insan artık gerçek ile hayalin sınırlarını ayırt edemez. Aşk bir tanrı değil, bir kuraldır, evet, kurallarla işleyen bir sistemin inşa ettiği sahte bir tanrıdır. Herkes bir şekilde bu yalanı, o büyük aşk hikâyelerini besler ve her seferinde birer kuklaya dönüşür. İnsanlar aşkın, özgürlüğün en yüksek hali olduğunu düşünürken, aslında o, köleliğin en gizli biçimidir. Aşk, seni gerçekte kendin olmaktan alıkoyar. Aşk adı altında insanları zincirleyip tutan, onları başkasına ait olma hayaliyle körleştiren bir kavram yığınıdır.
İnsan ne zaman aşka düşse, gerçekte kendine aşık olmayı reddetmiştir. Çünkü aşk, başka birinin içinde bir özlem aramak demektir; oysa insanın tek arayışı, aslında kendisini bulmaktan başka bir şey değildir. Toplum, seni diğer insanlarla bütünleşmeye zorlar, ama gerçek aşk, kendi benliğini bulmaktan geçer. Diğer insanlarla bağ kurma fikri, ne kadar güzel bir illüzyon değil mi? Ancak gerçekte, o bağlar seni zayıflatmaktan başka bir şey yapmaz.
Aşk, Bir Savaş: Kendinle Değil, Dünyayla Yapılan Bir Savaş
İnsan, aşık olurken aslında bir savaşın içine girer. Ne yazık ki, bu savaş kendisiyle değildir; o, toplumun belirlediği normlarla savaşımdır. Her birey, aşkın arkasına saklanarak kendi içindeki korkuları, güvensizlikleri ve eksiklikleri başkasının üzerine yıkar. Bu, kirli bir savaştır; bir bireyin içindeki boşluğu, başka birinin kimliğinde doldurmaya çalışmak. Kişi, kendisine ait olmayan bir güce tapar, o gücün kölesi olur. Oysa Nietzsche’nin dediği gibi, “Kendi gücüne, kendine ait olanına tapmayan kişi, düşkün ve köleleşmiş bir insandır.”
Aşk, başkasının doğrularına ve beklentilerine tutsak olmuş bir kişinin teslimiyetidir. Toplumun ona dayattığı “ideal aşk” tarifine uymaya çalışan bir köle, her adımda daha da zayıflar. Aşk, aslında kişinin kendi içindeki savaşı başlatmaktan kaçışıdır. Birçok insan, sevgiyi arayarak kendini aramaktan korkar. Oysa gerçek savaş, başkasına sahip olma mücadelesi değil, kendini bulma savaşıdır.
Birinizi Sevin, Herkesin Aşkını Bırakın: Kendi Savaşınızı Başlatın
Aşkı diğerlerinde arayan kişi, kendine savaş açmış olur. Gerçek aşk, başkasında değil, kendinde bulunur. Aşkı bir başkasının çehresinde bulmaya çalışan kişi, asıl sevmenin ne olduğunu anlamaz. İnsan, kendini sevmeden başkasını sevemez; çünkü o sevgi, her şeyden önce özsaygı ve kendilik ile ilişkilidir. Aşk, bir illüzyon gibi beslenir ve bu illüzyonun sonunda, kişi kendini kaybeder, başkasıyla birleştiğini sanar ama aslında her şey bir yıkımdan ibarettir.
Gerçek aşk, insanın başkasına bağımlı olmayı reddetmesidir. Aşk, yalnızca bağımsız ve özgür bir bireyin gerçek bir bütünlük oluşturabileceği bir olgudur. Toplumun sana dikte ettiği aşkı kabul etmek, seni zayıf ve tutsak eder. Gerçek savaş, diğer insanlarla değil, kendi içindeki “boşluk”la yapılmalıdır. O boşluk, başkasına ait olma kaygısıdır. Ancak o boşluğu ancak kendin doldurabilirsin.
Toplumun Aşk Maskesi: Özgür Olmak Mı, Köle Olmak Mı?
Aşk, toplumun kuklası olmaktan başka bir şey değildir. Toplum seni, aşkla köleleştirir. İnsanın içindeki sevgi arayışı, sürekli olarak başkalarına bağımlı hale getirilmiş bir araçtır. Aşk, bireylerin özgürlüklerine darbe vuran bir araçtır, çünkü insan, özgürlüğünü kaybedip başkalarının gözlerinde aramaya başlar. Nietzsche’nin de belirttiği gibi, özgür bir insan, “başkalarının gözlerinde” yaşamaz. O, kendi özünde var olur, başkalarını tamamlayacak bir boşluk değildir.
Aşk, sana sevgi adına hayal satılır. O, bir yalanın içinde yaşayabilme yeteneğidir. Toplum, seni, bu sahte sevgi tanrılarına taptırarak özgürlüğünden mahrum bırakır. Gerçekten sevmek, başkasına ait olmayı reddetmek demektir. Gerçek aşk, tek başına olabilmeyi, kendi benliğini keşfetmeyi gerektirir. Aşk adına yapılan her şey, birer başkalarının egosunun yansımasıdır.
Aşk, Sonsuz Bir Boşluğun Adıdır
Aşk, bir boşluktur, bir yıkımdır. İnsan, başkasında aşkı aradıkça kendi içindeki yokluğu kabul eder. Bu boşluk, korku ve kaygıdan beslenir. Herkesin aradığı aşk, aslında kendisine ait olanı bulamamanın ve bağımlılığın bir sembolüdür. İnsanlar aşkı başkasında bulduklarını sanırken, birer oyuncak haline gelirler. Oysa gerçek aşk, yalnızca kendini bulmak ve bu süreçte başkasına bağımlı olmamaktır.
Gerçek aşk, toplumun çizdiği maskelerden arınmak ve insanın özüne dönmesidir. O, sadece ve yalnızca kendini bulan kişinin yaşayabileceği bir durumdur.
Sonuçta, Aşk Bir Yalan Mıdır?
Sana soruyorum: Gerçekten seviyor musun, yoksa sadece toplumun sana sunduğu kölelik maskesine mi boyun eğiyorsun? Aşk, senin içindeki korku ve güvensizliklerin göğsüne astığı bir zincirden başka nedir? Aşkı, başkasında bulmaya çalışırken, belki de kendini kaybettiğinin farkında değilsin. Gerçek sevgi, başkalarının ölü övgülerinden değil, kendi içindeki evrensel gücü keşfetmenden doğar. Artık başkalarının gözleriyle değil, kendinin gözleriyle bakmayı öğren. Gerçek aşk, ancak özgürlüğünü kazandığında ve başkasına ait olmayı reddettiğinde seni bulur. O zaman, ve yalnızca o zaman, aşkla ilgili tüm maskeler düşer ve sen gerçek benliğini, gerçek aşkı bulmuş olursun
.