Schopenhauer’ın Bıçak Gibi Keskin Gerçekleri
İnsanlık, yüzyıllardır aşkın bir mucize olduğuna inandırıldı. Romanlar yazıldı, filmler çekildi, şarkılar bestelendi. Oysa aşk, bencilliğin en kurnaz, en sinsice kurgulanmış maskesidir. Arthur Schopenhauer bu yalana çoktan tokadı vurmuştu: “Aşk, doğanın bireyi kandırarak kendini devam ettirme oyunudur.” Bugün nörobilim, evrimsel psikoloji ve psikanaliz de onun haklılığını kanıtlıyor. Aşk dediğiniz şey, biyolojinin, toplumun ve kapitalizmin sizi manipüle etmek için kullandığı bir araçtan başka bir şey değil.
Gerçeği görmek için cesaretin var mı? Eğer yoksa, bu yazıyı okumaya devam etme. Çünkü birazdan tüm duygusal ezberlerin yerle bir olacak.
Aşk: Beyninize Enjekte Edilmiş Bir Halüsinasyon
Aşk sandığınız şey, aslında beyninizin size oynadığı pis bir oyun. Dopamin ve oksitosin, sizi geçici bir deliliğe sürükleyerek bağımlı hale getiriyor. Psikologlara göre, aşk bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığıyla neredeyse aynı. Beyniniz, aşkı bir ihtiyaç sanarak sizi birine köle yapıyor. Sevgi sandığınız şey, sadece biyolojik bir hile.
Schopenhauer bunu çok önce fark etmişti: “İnsan, aşkın bir mutluluk kaynağı olduğunu düşünür, oysa o sadece acının yeni bir şeklidir.” Bugün psikoloji de bunu doğruluyor. Aşk, beyinde ödül mekanizmasını çalıştırarak sizi bir kimseye zincirliyor. Gerçekten sevdiğinizi mi sanıyorsunuz? Hayır. Biyolojiniz sizi kandırıyor ve siz bu yalana inanmayı seçiyorsunuz.
Aşk, Bencilliğin En Utanç Verici Hali
İnsan neden aşık olur? Çünkü sevilmek ister. Çünkü kendini değerli hissetmek ister. Çünkü yalnız kalmaktan korkar. Aşk, tamamen bencilliğe dayanır. Hiç kimse gerçekten bir başkasını sevmez, sadece kendi eksikliğini dolduracak birini arar. Psikoloji bunu “narsistik aşk” olarak tanımlar. Çoğu insan, kendini tamamlayacak birini ararken, aslında kendi bencil çıkarlarını tatmin eder.
Schopenhauer’a göre aşk, insanın özgürlüğünden vazgeçmesidir. Psikoloji ise aşkın, çocukluk travmalarından kaynaklandığını söylüyor. Çocukken yeterince ilgi görmeyen birey, birine taparak kendi yarasını kapatmaya çalışır. Yani aşk, birinin gerçekten sevdiği için değil, kendi içindeki boşluğu doldurmak için yaptığı en büyük sahtekârlıktır.
Aşk: Romantizmin Yutturmacası, Kapitalizmin Kurgusu
Hollywood, aşkı satmak için üretilmiş bir endüstri. Dizi ve filmler, aşkı büyülü bir şey gibi göstererek sizi kandırıyor. Çiçekler, pırlantalar, düğünler, sevgililer günü hediyeleri… Bunların hepsi size aşkı pazarlamak için tasarlandı. Kapitalizm, aşkı satılabilir bir meta haline getirdi ve siz de bu oyuna geldiniz.
Schopenhauer, aşkın en büyük illüzyon olduğunu söylerken haklıydı. Aşk, bir duygudan çok, bir pazar ürünüdür. Bugün psikologlar, aşkın tüketim kültürü tarafından nasıl yönlendirildiğini anlatıyor. Size aşkı satıyorlar, siz de onu satın alıp kendinizi mutlu sandığınız bir köleliğe mahkûm ediyorsunuz.
Gerçeklerle Yüzleşmeye Cesaretin Var mı?
Bunu okuyorsun ve belki de kızıyorsun. Belki de reddediyorsun. Çünkü hakikat, insanın suratına çarpan bir tokat gibidir. Aşkın bir yalan olduğunu kabullenmek istemiyorsun. Çünkü beynin, seni kandırmaya devam ediyor.
Ama gerçek şu: Sen âşık olmuyorsun. Sen, kendi yalnızlığından kaçıyorsun. Sevdiğini sandığın insanı, aslında bir sahiplenme içgüdüsüyle kendine bağımlı hale getirmek istiyorsun. Aşk, bir kurtuluş değil, bir prangadır.
Eğer hâlâ aşkın kutsal, romantik ve büyülü olduğuna inanıyorsan, sadece kendini kandırıyorsun. Çünkü aşk, bencilliğin en maskelenmiş, en utanmaz, en alçaltıcı halidir. Ve bunu kabul edemiyorsan, sadece yalanlarla yaşamayı seçiyorsun.
Şimdi soruyorum: Gerçekleri duymaya cesaretin var mı, yoksa romantik masallarla avunmaya devam mı edeceksin?