Ahlaki Çöküşün Eşiğinde
Gerçekten içim kan ağlıyor. Gözlerimle gördüklerime, kulaklarımla duyduklarıma inanamıyorum. Bir programda, aile içi mahremiyetin ayaklar altına alındığını, uygunsuz ilişkilerin normalleştirildiğini izlerken, insan kendine “Bu kadar da olmaz” demekten alamıyor. Ekranlarda yaşanan bu ahlaki çöküş, bu utanç verici manzaralar, bu toplumsal intihar…
Ne oldu bize? Nasıl bu hale geldik? Bir zamanlar saygı, edep ve hayânın kıymetini bilen bir toplumken, şimdi ekranlarda en mahrem konuların çığırtkanlığı yapılıyor. Genç kızlar, yaşları kendilerine baba hatta dede olabilecek kişilerle ilişkilerini övünerek anlatıyor. Evlilik kurumu, bir ticari ortaklığa dönüşmüş durumda; eşler, birbirlerini sosyal medyada pazarlayarak “aile bütçesine katkı sağlıyor.”
Bu durum, sadece bir “medya sorunu” değil, toplumsal bir çöküşün habercisidir. Çocuklar, bu programları izleyerek büyüyor ve ahlaki pusulalarını kaybediyor. Aile içi saygı, yerini sınırsız bir özgürlük maskaralığına bırakıyor. Utanma duygusu, adeta “modası geçmiş” bir kavram gibi sunuluyor.
Hepsi bir rüya olamaz mı? Keşke bir an uyansak ve bunların hiç yaşanmadığını görsek…
Ama bu acı gerçekle yüzleşmeliyiz: Bu bir rüya değil. Toplumumuz, göz göre göre elden gidiyor. Şuursuzca tüketilen her program, her rezalet, her skandal, milletimizin köklerinden bir parça daha koparıyor. Peki biz bunun için mi Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da can verdik? Bu topraklar, üzerinde yaşayanlar ahlaksızlık yarışına girsin diye mi şehit kanlarıyla sulandı?
Bir zamanlar dünyaya medeniyet öğreten, köklü ve kadim geçmişe sahip bir milletin torunlarıyız. Binlerce yıllık hafızamız var. Anadolu’nun her köşesinde şehit kanlarıyla yoğrulmuş bir tarih bıraktı atalarımız. Peki biz ne yapıyoruz şimdi? O şehitler, bu topraklarda ahlaksızlık yeşertsin diye mi can verdi? Gencecik kızlarımız, ekranlarda rezil edilsin diye mi düştü Çanakkale’de o yiğitler?
Televizyonlarda artık sınır tanımıyorlar. Aile mahremiyeti diye bir şey kalmadı. Gençlerimiz, ekranlarda en utanç verici diyalogları normalmiş gibi dinliyor. Analarımızın, babalarımızın yüzü kızarmadan konuşulan konular, bir zamanların edepli toplumunda hayal bile edilemezdi.
Bunlar tesadüf değil. Büyük bir oyunun parçaları. Önce aileyi yıkmakla başlıyorlar. Sonra gençleri köksüz bırakıyorlar. En nihayetinde milleti, binlerce yıllık değerlerinden koparıyorlar. Peki biz ne yapıyoruz? Seyrediyoruz.
En çok onlar için korkuyorum. Bu programları izleyerek büyüyen bir nesil, yarın bizi anlayabilecek mi? Dedelerinin neler uğruna savaştığını bilecek mi? Ninelerinin hangi erdemlerle yoğrulduğunu kavrayabilecek mi?
Bir milleti yok etmek isterseniz, hafızasını silersiniz. Bizim hafızamız binlerce yıllık. Köklerimizle bağımızı koparırsanız, bir ağaç gibi kuruyup gideriz. Şimdi tam da bunu yapıyorlar bize. Çok geç olmadan çocuklarımıza gerçek değerlerimizi öğretelim.
Köklü kadim geçmişimiz, bize bunları reva görmedi. Şehitlerimiz, bu manzaraları görmek için can vermedi. Kendimize gelelim. Yoksa yarın çok geç olacak.
Ya şimdi bizi uyuttukları uykudan uyanacağız, ya da tarih bizi asla affetmeyecek. Çünkü kaybedecek vaktimiz yok ama çok şeyimiz var.
Unutmayalım: Bir toplum, ancak değerlerine sahip çıktığı sürece ayakta kalabilir. Bugün sessiz kalanlar, yarın bu çöküşün bedelini çocuklarıyla öder.