Hayat, bireyin seçimleri ve eylemleri üzerinde mutlak bir kontrole sahip olmadığını hissettirdiği anlarla doludur. Ancak bu hissin, yalnızca bir algı yanılgısı değil, aynı zamanda öğretilmiş bir gerçeklik olduğunu bilmek, bu çıkmazı daha da derinleştirir. Öğretilmiş çaresizlik, bireyin defalarca başarısızlıkla yüzleştiği durumlarda kök salar ve kişinin çabalama gücüne olan inancını sessizce kemirir. Bu, yalnızca bireysel yaşamı değil, toplumsal ilişkileri de şekillendiren bir pranga haline gelir.
Öğretilmiş çaresizlik, çoğu zaman derin bir içsel monologun ürünüdür. ‘Ben yapamam,’ ‘Zaten çabalasam da değişmez,’ gibi düşünceler bireyin zihninde yankılandıkça bu inanç, içsel bir gerçeklik olarak kabul edilir. Ancak bu durumun kökleri, geçmişte yaşanan başarısızlık tecrübelerine ve çevrenin bireye olan geri bildirimlerine dayanır. Özellikle çocuklukta, bireyin yaşadığı travmatik deneyimler ya da yetersizlik algısı, bu çaresizliğin temelini atar.
Kendi yeterliliğine dair duyulan şüpheler, bireyin ilişkilerinde pasif bir tavır benimsemesine, hayallerinden vazgeçmesine ve belki de en acı olanı, hayata dair umutlarını yitirmesine neden olur. Bu sessizliğin içinde insan, geçmişin zincirlerinden kurtulup kendi hikayesini yeniden yazmak için bir fırsat yaratabilir.
Sonuç olarak, öğretilmiş çaresizlik, bireyin yaşamında derin izler bırakan bir psikolojik durumdur. Ancak bu durumdan kurtulmak ve kendi hikayesini yeniden yazmak mümkündür. Birey, içinde taşıdığı potansiyeli keşfetme yolunda, geçmişin prangalarını kırabilir ve kendine yeni bir yön çizebilir. Her insan, öğretilmiş çaresizliği aşma yolunda umut ve farkındalıkla dolu bir hikayenin baş kahramanı olabilir. Zira hayatta en güçlü değişim, bireyin kendi gücüne olan inancını yeniden kazanmasıyla başlar.”*